Çok yorucu bir günün ardından iş çıkışı kendimi sokaklara atıverdim. Aklımda o vardı. Yürürken gözüm birden tabelalara takıldı. Birkaç avukat, birkaç diş hekimi tabelası gözüme çarptı. Onu adı yazılıydı.
Sonra bir amaca yöneldi bakınmalarım. Tabelalarda onun adını aramaya başladım. Sonra dedim ki kendi kendime; "vakit geç oldu, doğru eve"
Dışarı zili çalınca koşan, içeri zili çalınca duymazlıktan gelen öğrenci gibiydim. Poşetlere hayallerimi doldurup ayaklarımı sürükleyerek vardım eve. Kapı açılınca, polisin eylemcilere sıktığı biber gazı ile karşılaştım. Dudaklarımda ters yakılmış sigaranın acımtıraklığı. Karşımda sırf para kopartmak için düğünlerde klarnetini kulağının dibinde öttüren bir çalgıcı.
Sonra dedim ki kendi kendime; " ütüsü bozulmasın diye hiçbir yere oturulmayan yeni bir pantolona gösterilen özeni görmüyorsam, kendimi şekersiz içilen çayın bardağındaki kaşık gibi gereksiz hissediyorsam, bu benim helvadan put yapıp acıkınca da onu yiyen putperestliğimdendir."
Zor giyilen bir ayakkabının içinde giydikten sonra fark ettiğim bir küçük taş var gibiydi. Ayakkabı güzeldi, ama sıkıyordu. Ne ayağım ona alışabildi, ne o ayağıma. Tavanda o'nun resmini çizerken yakalandım. Misafirlikte çorabın deliğini fark edip parmaklarımı saklar gibi sakladım hayallerimi.
Sonra dedim ki kendi kendime; "karıncalara inat saz çalıp türkü söyleyen ağustos böceği tavırlarını terk et, " ama kesesini nasıl temizleyeceğini bilmeyen bir kanguru, sudan bıkmış bir balık gibiydim.
Yemekte karşımda o da vardı. Yemiyor, öyle hareketsizce bana gülümsüyordu. Yüzümde o'nun gülümsemelerinin yansımasını fark ettiriyor muydum acaba diye düşünmüyor da değildim. Ama açılmayan paslı kilit gibiydim, sözlü anahtarların hiç birisi uymuyordu. Çilingirim o idi, o.
Sonra dedim ki kendi kendime " üç dört kişinin itmeden çalışmadığı bu arabadan, hiç bir etkisi olmayan bu sigara bırakma ilacından kurtulmak gerek." Fotoselli bir lambayı yakabilmek için karşısında sürekli dans eden çocuk gibiydim.
Kaplumbağaların futbol maçındaki golleri ağır çekimle tekrar tekrar yayınlayan bir yayıncı vardı karşımda oysa. Çözemediği bulmacaların acısını çıkarmak için bulmacadaki resimlere sakal bıyık çizer gibi, şekilden şekle sokuluyordum. Patlattıkça başka yerimden çıkıyordu sivilce. İnsanın yanındakiyle aklındaki neden aynı kişi olmuyor ki? Birden zabıtaları görünce ayaklanıp koşmaya başlayan sözde yürüme engelli dilenci gibi koşuverdim hayallerime, ona.
Sonra dedim ki kendi kendime; "Aşka giden yolların en kısası hasret, en uzunu umutsuzluktur. " Ne hasret bitiyor, ne umutsuzluk.
Aslının aynıdır hayallerim. Önce kendimi İlyas'ın yerine koydum, o'nu Asya'nın. Sonra baktım ki; ne ben selvi boyluyum, ne de o'nun yazması al.
(Bazen yazarsınız, istersiniz ki herkes okusun, bazen ise sadece o.)
Rahim Taş - Yan Masalın İkramı adlı kitabımdan