Kanser vakalarında gerek hastaya, gerekse yakınlarına, uzmanlar dahil hemen hemen herkes "Moralini yüksek tut" diye tavsiyede bulunur. Ama hiç kimse o moralin nasıl yüksek tutulacağını söyleyemez. Hastayı genelde mutlu olma yöntemleri arayışı içerisine sokar. Yakınları ise "sen güçlüsün, yeneceksin, her şey güzel olacak" şeklinde klasikleşmiş, ancak kendilerinin bile zor inandığı söylemlerde bulunur. Oysa bakışlardaki endişeyi, acıma hissini gizlemek pek de kolay olmuyor. Her zaman son temennidir o "moralini yüksek tut" ifadesi. Lanet olası moral top değil ki basasın tekmeyi yükseklik kazansın, ya da makarayla yukarı çekip ipi sağlam bir kayaya bağlayasın, öylece kalıversin. Tavsiye edilmekle olmuyor, ancak yaşanılarak bulunuyor o morali yüksek tutma yöntemi.
Bu yazıda, bir hasta yakını olarak yaşadıklarımdan öğrendiklerimi ve benimseyerek uygulayıp olumlu sonuçlar aldığım yöntemleri kaleme almaya çalıştım.
Morali, Türk Dil Kurumu sözlüğü maneviyat olarak tanımlamaktadır. Ben de psikolojik sermaye, coşku şeklinde tanımlıyorum. Sermayeyi sıfırladığımız andı, doktorun patoloji raporunu anlattığı an. O güne kadar hiç duymadığım, ilaç prospektüslerinde bile rastlamadığım yabancı sözcükler tırmalıyordu kulağımızı. Raporda anladığım tek kelime meme idi. Orada bir sorun vardı, ama tıbbi terimleri anlayabilmek için tercüman gerekiyordu. Aldık raporu, bir arkadaşıma okudum. Pat diye "Kanser" dedi. Demek ki patoloji raporu pat diye söylendiği için o ismi almış. Ne diyorsun sen diye titrek sesle sordum, İkinci evre, yani kötünün iyisi. İyi neydi, kötü neydi ki, kötünün iyisi, iyinin kötüsü ne ola ki? Ne soracağını, ne konuşacağını şaşırıyor, hatta unutuyor insan. Akla hemen konu komşu geliyor. Falan olmuştu, filan ölmüştü. Malum kanser deyince halk arasındaki anlamı "sayılı günü vardır" Bu da genelde üç ay ile altı ay arasında seyretmektedir.
En iyi doktor arayışları başlamıştır. Sağlık bu, öyle cimriliğe, tasarrufa, ekonomik hesaplar yapmaya gelmez. Ne için çalışıyoruz? Tabi ki sağlığımız için. Artık konuşma dilimiz bile değişmişti.
Ameliyat başarılı geçmiş, sonrası süreçlere başlamak üzere kısa bir ara verilmişti. Ziyaretçiler geçmiş olsun dilekleriyle başladıkları sohbetlerine "benim eltimde de çıktı, kadın üç ayda gitti, yok "bir komşumuz vardı, adamcağız bir ayda gitti" şeklinde patavatsızlıkları ekliyorlardı. Kovsan bir dert kovmasan bir dert. Hastaya çaktırmadan konuşanlara sus işareti yapsam da, anlayanı da vardı, anlamayanı da. Kızıyoruz ama iyi niyetli olduklarını düşündüğümüzde kızgınlığımız geçiyordu. Ama anlatılanların etkisinde kalmamak mümkün mü?
Sabah uyandığımda çarpıyormuş gibi dokunurdum, kıpırdıyorsa derin nefes alıp çıkıyordum yataktan. Günlerce böyle sürdü. Sonra kemoterapi başladı. Sekiz kür dediler. Kürün ne olduğunu, nasıl alınacağını bilmiyoruz. İlk kür alındı üç hafta sonra gelinecek denildiğinde anladık ki, bu kemoterapi en az yirmidört hafta sürecek. Yan etkileri berbat. Nasıl davranacağımı bilemiyorum. Psikolojik destek al diye önerdi bazıları. Öneriye uydum. Bir psikologa gittim. Bu psikologlar da avukatlar gibiymiş. Sizi denize girmeye ikna eder, sonra elbiseleriniz alıp kaçarlar. Bir kaç sefer ben anlattım o dinledi, sonra o dinledi ben anlattım. Eli çenesinde "hımmm, hatta hımmmm, hımmmmmm" diyerek dinledi saatlerce, günlerce. Önerisi "Hasta muamelesi yapma" demek oldu.
Eve geldim, hasta muamelesi yapmıyorum güya. Aldığım tepki" Ben ölüyorum, adamın umrunda değil." Tersini yaptım "Ben ölüyorum o yüzden bana böyle iyi davranıyorsun" Öfffff., kendi moralimi yükseltemeden hastanın moralini nasıl yükselteyim, nasıl yüksek tutayım?
Acılar insanı bilgeleştiriyor.
"Morali nasıl yüksek tutalım" arayışlarımız başlamıştı. Televizyon, internet, en çokta yaşayanların birebir anlattıkları bize ışık tutuyordu. Ev artık tatsız tuzsuz otlarla dolmuştu. Alternatif tıp devredeydi. Brokoli, brüksel lahanası, keten tohumu, ısırgan otu, anzer balı, keçiboynuzu. Liste bu şekilde uzayıp gidiyordu. Katıştırmayayım diye aktar poşetlerine otların adlarını ve ne şekilde hazırlanacağını da yazıyordum, şişe kavanozlara aktardığımda. Kimi zaman tarifini tam tutturduk, kimi zaman eksik bir şeyleri kaldı. Olumlu etkisini hemen gösterecekmiş gibi dozlarını da yüksek uyguluyorduk. Tabi amaç artık sadece hastanın iyileşmesi değildi. Hasta olmayanların da hastalıktan korunması için bu otları yemesi içmesi zorunlu hale gelmişti. Hiç birinin de tadı tuzu yoktu, bunu da itiraf etmeliyim. Derken bir hikayeye rastladım. O kadar etkilendim ki, bunu eşime de okudum. Bu hikaye eşimin gizli gizli ağlamalarını kesmişti.
Amerikalı ünlü tenisçi Artur Ashe'nin hikayesiydi bu hikaye. Tanrı'ya "Neden ben" demeyen adam.Üç Grand Slam kazanan ilk siyah tenisçi olmasının yanında bilge bir kişi ve insan hakları aktivisti. Daha altı yaşındayken, yirmiyedi yaşındaki annesini kaybetmiş, babası büyütmüştü. Yeteneğinden dolayı Amerikan Davis Cup takımına seçilen ilk siyahi tenisçi olduğunda yirmi yaşındaymış. Amerika Açık tenis ve Wimbledon turnuvalarını kazanan ilk ve son siyahi oyuncu olarak tarihe geçmişti. Geçirdiği kalp ameliyatı sonrası 1980 yılında tenis kariyerine son vermiş, sonrasında kendini insan hakları mücadelesine adamış, AIDS hastalığı sonucu elli yaşında ölmüş. Arthur Ashe'i bugün saygıyla anılmasını sağlayan sadece büyük bir sporcu olması değildi elbette. O'nu büyük yapan hastalandığında dünyanın her köşesindeki hayranlarından gelen mektuplara verdiği edebi ve bilge dolu cevaplarmış. Bunlardan bir tanesi şöyle sormuş; "Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?" şu cevabı vermiş; "Tüm dünyada elli milyon çocuk tenis oynamaya başlar, beş milyonu tenis oynamayı öğrenir, Beşyüz bini profesyonel tenisi öğrenir, Elli bini yarışmalara girer, beş bini büyük turnuvalara erişir, ellisi Wimbledon'a kadar gelir, dördü yarı finale, ikisi finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya 'Niye ben?' mi demeliyim? Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır. Ama yalnız Tanrı, yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı'ya asla 'Niye ben?' diye sormayın... Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Her şey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun...".
Bu hikaye bizi çok etkilemişti. Olumlu bir durumda "Allahım neden ben" diyen yoktur, olumsuzluklarda neden diyelim ki? Tenisçi değildik, ama kupalarımız vardı. Düzenli bir hayatımız, işimiz, başımızı sokacak damımız, halimizden anlamaya çalışan yakınlarımız, sevenlerimiz, tedaviyi sürdürecek imkanlarımız vardı. Bunlar bizim hayat boyu kazandığımız kupalarımızdı. Bunların hepsine sahip olan kaç kişi vardı acaba?
İşte o andan itibaren, "Neden ben Allahım, neden ben" şartlanmışlığı yerine "ben bunu nasıl yenerim" odaklanmışlığına yöneldik. Gizli gizli ağlamalar kesilmişti. Moralimizi yükseltebilmek için yerinden kıpırdatmıştık. Artık daha fazlası için adım atmak, çaba göstermek gerekiyordu.
Kanseri mizah tabusu olmaktan çıkardık.
Bazı hastalar vardır, tavırlarıyla, konuşmalarıyla diğer hastaları rahatlatır. Adeta yaşam sevincinin, direncinin simgesi olmuş, neşeli insanlardır onlar. Böyle bir kadın tanıdık kemoterapi sırası beklerken. Kıdemli bir hastaydı. O bekleme salonuna geldiğinde herkes kapıya dönerdi. O ise yavaşlatılmış bir film sahnesi çekiliyormuş gibi ağır ama emin adımlarla girerdi içeri. Gören herkesin yüzü tebessüm bahçesine dönerdi. Tanıdık tanımadık herkese takılırdı. Önce şaşkınlık yaşadık sonra salonda herkesin güldüğünü görünce biz de katıldık. Gergin ortamı bayağı rahatlatmıştı. Kulağım artık o kadındaydı. Kemoterapi alırken de çenevizyonunun sesini kısmıyordu. Sayesinde rahat bir süreç geçirdik.
Eve geldiğimizde önce hazır gıdalara yöneldik. Kah az pişiyor mide bulandırıyordu, kah çok pişiyor yakıyorduk. Bu böyle olmayacak dedim yemek tarifleri öğrenmeye başladım. İlk denemem hüsranla sonuçlanmıştı. Makarna pişireyim dedim. Hayalim bol yoğurtlu spagettiydi. Suyu koydum makarnayı döktüm içine. Pişmesini bekliyorum. Yarım saat sonra tencereye baktım makarnalar bir biriyle kucaklaşmış, sarmaş dolaş olmuşlar. Onların bu samimiyeti benim onları su kaynamadan içine atmamdan kaynaklanıyormuş. Sonrası mı, sosyal ihtiyaçları karşılama ihalesi artık üzerime kalmıştı.
Kadınlar çamaşırı "renkliler ve beyazlar" diye ayırır ya, erkekler ise "kirliler ve kirli ama giyilebilir " şeklinde ayırır. Ben de ilk zamanlar öyle yaptım, sonra makineyi çalıştırmayı öğrendim. Bir süre renkliyi beyazı birlikte atmışım, beyazlar tekstil boyahanesinde işlem görmüş çıkıyordu.
Mutfak tezgahının üstünü, bulaşık kaplarının üstü küf pamucağına döndüğünde fark ederdim. Bir gün temizlik aşkım tuttu. Çamaşır makinesini öğrenmişim, bulaşık makinesi da aynıdır nasıl olsa diye düşünüp bulaşıkları doldurmuştum. En son deterjan koyma aşamasına gelmiştim. Çamaşır makinesinin iki gözünden birine deterjan diğerine yumuşatıcı konuluyordu, aynı düzenek bulaşık makinesinde de vardı. Tamam dedim bulaşıklar yumuşasın diye oraya da sıvı deterjan konuluyor. Çalıştırdım, beş dakika geçmemişti ki, makine titremeye başladı, her yerinden köpük çıkıyor. Kudurdu resmen. Neyse ki sorun yokmuş, makineyi durdurdum, bulaşıkları dört beş kez sudan geçirdim köpükler anca temizlendi. Bu hallerime katıla katıla gülüyordı. Dalga geçmeye başladık her şeyle. Hayatı ve hayatı ciddiye alanları da cid'tiye almaya başladık. Rüştü Asyalı'yı aradık, keloğlan filmleri için saçını kazıtmana gerek yok burada hazır dublör var diye. Kuaför ve şampuana vermediğimiz paraları harcamalardan düşüyor hesap yapıyorduk. Gülmek için malzeme aramıyorduk, çünkü nereye dönsek malzeme doluydu.
Tıpta Hastalık yoktur, hasta vardır.
Kanser vakası gerek hasta ve gerekse hasta yakınlarınca çok sayıda cephede verilen bir savaştır. Doğru tutum ve davranışlarla her cephede kazanılabileceği çoğu kimse tarafından ispatlanmıştır. Bu savaşta kazanmak demek yaşam kalitesini düşürmemek, çekilen acıları azaltmaktır. Bunun nasıl sağlanacağına ve moralin nasıl yüksek tutulacağına küçük bir katkı olsun diye kaleme aldığım yaşadıklarımızı, doğrularımızı, yanlışlarımızı, öğrendiklerimizi hasta, hasta yakınları ve ziyaretçiler için üç ayrı grupta özetlemek istiyorum.
Hastalar İçin Öneriler
- Canlı varlıklar temelde "hayatta kalmak" "canlı varlıklarını devam ettirmek" ister. İnancımıza göre de insan ömrünü uzatmak veya kısaltmak mümkün değil. Ölümü her canlı tadacaktır. Bu yüzden ölümü hiç düşünmeyin, siz olmasanız yokluğunuzdan en fazla olumsuz etkilenecek olanları düşünerek yaşama tutunun. Ama bu sizin önceliğinizi ve öndeliğinizi alt sıralara düşürmesin.
-. Tedavi sürecinde doktorların aynı hastalığın aynı evresinde bile kişilere göre farklı tedavi uyguladığını gördük. Çünkü her insanın bünyesinin uygulanan tedaviye cevap vermesi veya tepki göstermesi farklıdır. O zaman anladık ki, tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Bu nedenle iyi niyetle bile olsa alternatif tedavi yöntemleri önerileri yapanların veya diğer hastaların söylediklerini uzmana danışmadan uygulamayın. Böylelikle olumsuzlukların etkisi de azalır.
- Çok zorunlu kalınmadıkça doktor değiştirilmemesi de önemlidir. Çünkü hastayı başından beri takip eden bir doktorun tedavi sürecindeki sıkıntılara yaklaşımı daha kolay ve kısa yoldan müdahale etmesi mümkündür. Aksi halde hep yine baştan alınmak zorunluluğu doğabilmekte, bu da unutulmaya çalışılan sıkıntıların, acıların tekrar tekrar yaşanmasına zemin hazırlayabilmektedir. Ayrıca çok tetkik yaptırmaktansa gerekli olanları yaptırmak hastanın çekeceği acıyı sıkıntıyı azaltır. Sağlık kurumunun finansörü, sponsoru olma rolünü oynatmalarına izin vermeyin.
- Dün geçti gitti. Yarının da garantisi yok. Ne dünü değiştirebilirsiniz, ne de yarını kontrol edebilirsiniz. Bu yüzden sadece bu günü, bu anı yaşayın.. Hayatın tekrarı yoktur.
- Hayatınızda inisiyatifi başkasına kaptırmayın. Size gerek fiziksel ve gerekse duygusal katkısı olmayan kişilerin hayatınıza müdahale etmesine izin vermeyin. Özgürlük istediğini istediği zaman yapmak değil, istemediğini istemediği için yapmamaktır. Bu yüzden istemediklerinize "HAYIR" diyebilmeyi alışkanlık haline getirin.
- Alışkanlıklar dikiz aynası gibidir, hep geriyi gösterir. Alışkanlıklarınızı değiştirip yüzünüzü ileriye döndürün.
- Geçmişi bir kitap gibi kullanın, arada bir sayfalarını karıştırın, ev gibi yapıp üstüne oturmayın.
- Her davranışında başkalarının onayını arayan kimseler hayatın bir çok güzelliğini ıskalar. İçinizden geleni içinizden geldiği an ve içinizden geldiğince yapmaktan, neşeli ve eğlenceli olmaktan, gerektiğinde mizahi bir yaklaşım sergilemekten çekinmeyin. Başkalarının yaptıklarına attığınız kahkaha ödünç alınmış bir neşedir. Kendi neşenizi yaratın. Sosyal etkinliklere katılmakla kalmayıp, kendiniz düzenlemeye bakın. Bende hala iş var duygusu bu şekilde pekişir.
- Hayatınızı bir para kazanma denemesi olarak kullanmayın. Mucize, enerjinizi korkularınıza değil rüyalarınıza verdiğiniz zaman başlar. Hayallerinizi gerçekleştirebileceğiniz hobiler seçin. Mesela hayatınızda elinize hiç fırça almamış olsanız bile resme yönelin. Kemoterapi görmüş dağlar, ecüş bücüş insan figürleri de çizseniz, olmuyor, başaramıyorum demeyin. Attığınız her fırça darbesi hayata tutunma çabanız olacaktır.
- Günleriniz bir birinin tekrar olmasın. Her yeni bir gün insanın beynine ve yüreğine yatırım yapmasıdır.
- Mevlana der ki; aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır. Sizinle aynı duyguyu paylaşanlarla yani duygudaşlarınızla diyalog kurun.
Cennete gitmenin iki yolu vardır:
- Gerçekten öldüğünüz zaman
-Gerçekten yaşadığınız zaman
Hasta Yakınları İçin Öneriler
- İnsanların, biyolojik, sosyal, ve psikolojik bir varlık olarak bir takım ihtiyaçları olduğu ortaya çıkmıştır. Davranışlarında bu ihtiyaçları tatmin etme isteği ve içgüdüsü vardır. Bilimsel olarak belirlenen insan ihtiyaçlarını hasta için uyarlarsak;
-Fizyolojik İhtiyaçlar: yeme-içme, barınma, uyku
-Güvenlik: korunma, tekrar hastalanmama, yalnız kalmama
-Ait olma ve sevgi; şefkat-kabul görme, sevilme
- Saygı ve takdir edilme, prestij
- Kendini gerçekleştirme, başarma,yaratma
Hastanın ihtiyaçlarını bu sırayla ve tümüyle özenle karşılayın.
- Kararlara katılmasını sağlayın, aldığı kararların hasta için önemini kavrayın ve bunu sürekli göz önünde bulundurun. İsteklerine saygı duyun, kestirip atmayın. Onu rahatlatın. Duygu ve düşüncelerini açık ve net bir şekilde ifade etmesini sağlayın. Müdahale etmeden dinleyin. Hastanın davranış değişikliklerinde övgüde bulunun. Onunla somut, içten ve dolaysız konuşun. Konuşmalarına farklı anlamlar yüklemeye veya çıkarmaya çalışmayın. Bol bol soru sorarak hastanın kendisini, duygu ve düşüncelerini ifade etmesini sağlayın. İletişim kanallarını hep açık tutun. Onu dinlerken konuşma sırasının kendinize gelmesini beklemeyin, onu gerçekten dinleyin.
- Hastanın bulunduğu ortamın fiziksel özelliklerini hastanın görüşünü de alarak uygun şekilde düzenleyin. Özgür olma, zevk alma, eğlence ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak sosyal etkinliklere katılmasına olanak sağlayın.
- Dünyada asıl sorun insanların yaradılış özellikleri değil, ilişkide olduğumuz kişilerin neyin yokluğunu çektiklerine aldırmayışımızdır. Sorun çıktığında sorumluluğu siz üstlenin. Yanlışlarınızı, hatalarınızı söyleyin. Sorun çıktığında sorun önceliklendirme yaparak asıl kaynağına ulaşın. Beş kez art arda "NİÇİN" sorusu sorularak sorunun kaynağına, yine beş art arda "NASIL" sorusu sorularak çözümün bulunması ideal bir yöntemdir. Çünkü sorunlar önem ve aciliyet bakımından eş öncelikli değildir. Kaynak sorunlar arasında en öncelikli olan yüzde yirmisinin çözümü, görünür sorunu yüzde seksen çözüme kavuşturur.
- Hastanıza, kendisini her zaman ve her koşulda değerli ve özel olduğunu hissettirin.
Ziyaretçiler İçin Öneriler
İnsan sosyal bir varlıktır, dolayısıyla her zaman insana ihtiyaç duyar. Hasta ziyaretine giden her ziyaretçi büyük bir olasılıkla tanıdıktır ve iyi niyetlidir. Ancak bazen kaş yaparken göz çıkardıklarının da farkında olmayabiliyorlar. Bu yüzden ziyaretçilerin şu hususlara dikkat etmesi önemlidir.
- Hasta ziyaretinden önce hastanın uygun olup olmadığını teyit edin. Çat kapı yapmayın. Ziyaretinizi kısa tutun. Ziyaretinizde hastadan hizmet beklemeyin. Yanında sırf muhabbet olsun diye moralini bozacak yanlış örneklemelerden sakının. Açık sözlülükle patavatsızlık aynı şey değildir.
- Hijyene önem verin. Kanser hastasına dokununca, ya da ziyaret edince size bulaşmaz, kendinizi ondan değil, hastanın bünyesi, bağışıklığı zayıfladığından her hangi bir enfeksiyona karşı hastayı kendinizden koruyun.
-Kanser tedavisi gören, kortizonlu ilaçlardan dolayı ödem barınağı haline gelen, saçlarını, kaşlarını bir süreliğine sürgüne gönderen birisine uzaylı muamelesi yapmayın.
Hastalara sağlık, sağlıklılara mutluluk, mutlulara huzur, huzurlulara imkan, imkanlılara başarı dileklerimle…
Rahim TAŞ - Yan Masalın İkramı adlı kitabımdan