"Ölüyorum galiba" diye söyleniyordu, üzerini yorgan gibi kaplayan beton yığınlarının valtında. Bacaklarının koptuğunu hissetmeye başlamıştı. Belden aşağını kıpırdatamıyordu. "Ölmeliyim, bu halinle sevdiklerim de olsa, birilerine yük olarak yaşayamam ben".diyordu. Bağırıyordu, ama sesinin duyulmadığını biliyordu. Çünkü çığlığını kendisi bile zor duyuyordu. Bir şeyler bulup gürültü ve ses çıkartmak istiyordu. Karanlıktı her yer, hiçbir şeye ulaşamıyordu eli. Sesini duyuramamanın kızgınlığı giderek ağlamaya dönüşmüştü. Ağlayarak uyuyakalmıştı.
Dışarıdan gelen sesler, gürültüler uyandırmıştı. Heyecanlandı "buradayım, yaşıyorum, " diye bağırdı cılız sesiyle. Ne kadar zaman olmuştu bilmiyordu. "Yoksa öldüm mü ben? diye geçirdi aklından. Bacakları geldi aklına, oynatmak istedi, ama nafile. Ama acı hissetmiyordu. Susuzluk hissediyordu bir tek, kurumuştu dudakları, boğazı. Bekli de tozlardandı. Nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştı. Kıpırdamak istedi, kıpırdayamadı. Gövdesini ve ellerini oynatabiliyordu ama hep bir yerlere çarpıyordu elleri. O sırada elinin ıslandığını hissetti. Su borusu kırılmış, boruda kalan son damlalar avucuna damlıyordu. Epey bekledikten sonra avucunda biraz su birikmişti. Dikkatlice dudaklarına götürdü avucunu. Dudaklarının kurmuşluğuna iyi gelmişti, ama dilinde çamur tadı bırakmıştı. Olsun, bu bir yudum su bile böbreklerini çalıştıracaktı. Sonra elini tekrar borunun kırılan kısmına götürdü. Avucunun dolmasını beklerken sızmıştı.
Oğlunun yüzünde patlayan şamar canını yakmıştı. Üvey babanın şamarı idi bu. Öfkeyle uyandı. "Ölmemeliyim" diye bağırdı, "Ölmemeliyiiim. Oğlum daha çok küçük allahım, Bana çok ihtiyacı var. Nolur ölmeyeyim" diye yalvarışlarını gözlerinden sızan iki damla yaş ıslatmıştı. Tepesindeki sesler gürültüler artmıştı. Bir ses duymuştu. Bu ses beş yaşındaki oğlunun sesiydi. "Dayan baba" diyordu. Nasıl da seçebilmişti o kadar gürültü ve bağrışmanın içinden oğlunun sesini. Sonra tüm dikkatini babasının sesine verdi. "Aman gözünüzü seveyim dikkatli olun, oğlum var altında enkazın" Anlamıştı kendisini kurtarmaya çalıştıklarını. Makinelerin gürültüsü insan seslerini bastırmıştı. Beş katlı binanın ikinci katında oturduğunu ve üzerinde üç katlı binanın enkazının olduğunu kavramıştı. Oğlunun sözü heyecanlandırmış, direncini artırmıştı. Ölmemeliyim, ölmemeliyim, oğlum daha çok küçük" diye söylene söylene bitkin düşmüş, yeniden sızıvermişti.
Kasıklarında ıslaklığı hissetmişti. İşediğini fark etti ve sevinçle gözlerini araladı. His vardı. Dudakları iyice kurumuştu. Borudan su sızmıyordu. Elini ıslanan atletine uzattı ve yukarı doğru kıvırdı. Atletinin ıslak kısmıyla dudaklarını sildi. Gözleri bir açılıyor bir kapanıyordu. Çok sevdiği eşinin yanındaki de kimdi öyle. İrkildi. Kâbus dolu senaryolar direncini bitiriyor, ama uyumasına da engel oluyordu. Uyumak istemiyordu. Uyusa bir daha uyanamayacağını düşünüyordu. Üvey baba da uyumasını önleyen senaryolardan biriydi. "Ölmemeliyim, hayır, ölmemeliyim. Oğlumu babasız, eşimi kocasız, babamı annemi evlatsız bırakmamalıyım. Bir sürü yarım kalmış işim var üstelik. Benden başka kimse yapamaz ki onları. Ölmemeliyim. Allahım nolur alma canımı. Kurtulayım bu karanlıktan. Bak valla on gün oruç tutacağım. Yok yirmi, Yok yok otuz. İstersen hep oruç tutayım allahım ömrümün sonuna kadar. Ama nolur kurtar beni buradan, canlı canlı bu mezara gömülmeyeyim allahım."
Zaman kavramı yok olmuştu. Ne kadar zaman geçmişti, kaç saat olmuştu, ya da gün, bilmiyordu. "Kurtaramayacaklar beni, ölüp gideceğim." Dedi ağlamaya direnen ses tonuyla. Yeniden sızmıştı. Yüzünü yalayan köpeğin gözlerini gördü, zorlanarak açmaya çalıştığı gözleriyle. Havlamalarından anlamıştı bu gözlerin bir köpeğe ait olduğunu. Köpek eğitilmiş olduğundan, ağzını burnunu yalıyordu. Tozları temizlediğinden kolaylıkla nefes alıp vermeye başlamıştı. Havlamalarını artırmıştı köpek. Yukarından sevinç çığlıkları yükseliyordu. "Yaşıyoooor". Kendisinden bahsedildiğini ve kurtarılmaya çok az kaldığını anlamıştı. Deliciler köpeğin girdiği deliği genişletmeye başlamışlardı bile. Sürünerek yanına yaklaşan birini fark etti. Başındaki kaskın feneri aydınlatmıştı bulunduğu yeri. Anlamadığı bir dilden bir şeyler söylüyordu. Bacaklarının üzerindeki betonun altına krikoya benzer bir şey yerleştirip yukarı kalkmasını sağladı. Hareket edebiliyordu. Tebessüm etti üzerindeki tonlarca ağırlıktaki betonu kaldıran çekik gözlü adama. Adam omuzlarından tutup sürükleyerek delikten dışarı çıkarmıştı.
Bir alkış tufanıyla karşılaşmıştı. Herkes enkazın başındaydı. Eşi, oğlu, annesi, babası, kardeşleri. Onlarca tanıdık, tanımadık insan vardı, herkes alkışlayıp birbirini kucaklıyordu. Kendisine hızla koşan oğlunun sarılmasını engellemişti doktor. Elini sadece saçlarına dokundurabildi oğlunun. İki kişi kollarından tutup havaya kaldırıp sedyeye yerleştirdiler. Bükülü dizlerini karnına doğru çekmiş, kaskatı duruyordu öylece, bebeğin anne karnında durduğu gibi. Ambulans hızla sahra hastanesine doğru yol alırken başındaki hemşireye sordu, "Hemşire hanım, bebek gibi yeniden doğdum, popoma vursan ağlar mıyım? Hemşire tebessüm ederek, "Vuracağım, az sabırlı ol" dedi ve elindeki şırıngayı gösterdi. "Ben şaplağı kastetmiştim ama" dedi ve güldü.
Yatağın başucuna toplanmıştı bütün ailesi. Kiminin elini tutuyor, kiminin saçını okşuyordu. Herkesin kendisine sanki acıyarak baktığını hissediyordu. Bacaklarına baktı. Oynatmak istedi, ama kıpırdatamadı. Eşi bunu fark etmiş ve hemen açıklamıştı. "Hiçbir yerinde bir şey yok. Uzun süre hareketsiz kaldığından bacakların uyuşmuş, o kadar. Yarın ayağa kalkabileceğini söyledi doktor." Sevincin kanına karışıp damarlarında dolaştığını hissettirmişti çevresine.
"Saat kaç? " dedi. "On bir" dedi eşi. Hangi on bir dercesine baktı ve başıyla sordu. "Bugün on sekiz ağustos salı ve saat gecenin on biri" dedi eşi. "Kırk üç saat süren bir gebeliğin ardından sezaryenle enkazın karnını yarıp çıkardılar beni. Bugün benim doğum günüm. Sana doğdum, oğluma doğdum, anneme babama doğdum, kardeşlerime doğdum " dedi sevdiklerine bakarak. Sevdiklerinin "İyi ki doğdun" seslerine diğer hastaların sesleri de karışmıştı.
Hemşirenin poposuna vurduğu iğne ayaklarının üstüne basacağı sabaha hazırlamaya başlamıştı.