Rahmetli annemden çocukluğumda duyardım; kapının ardı gurbet, diye. Kapının arkası
da gurbet mi olurmuş, derdim içimden. Kavuşmak kapıyı açmaya bakıyor… Meğer hiç de
öyle değilmiş…
Emirdağ Birlik Beraberlik Platformu'nun Taşbaşı Kültür Salonu'nda resim sergisi ve
şiir dinletisi vardı. Yurt dışından gelen Emirdağlı şairlerin yanında şehrimizden de şairler
vardı ve ben de bunlar arasındaydım.
Programın adı Emirdağ-Belçika Emek Yolculuğunun 60. Yılı Etkinliği idi. Sergi
açılışının ardından şiir programına geçildi. Bu arada programın kahramanlarından Ahmet
Urfalı Bey ve Emirdağ'ı Belçika'da yaşatmaya çalışan başkanlar da birer konuşma yaptılar.
Emirdağlı iş adamlarının başarılarını dinledik, gururlandık. İlk gidenlerin sıkıntılarını
dinledik, hüzünlendik. Konuşulan ne olursa olsun, ortak konu gurbetti…
On yaşımda köyümden çıkışımı hatırladım. Köyümden altmış kilometre uzaklıktaki
Eskişehir'e, akrabalarımın yanına okumaya gelmiştim. Hele o ilk günler… Yüksekli alçaklı
apartmanlardan yolu bile görünmese de köyümüzün olduğu tarafa bakar dururdum… Kapının
arkası gurbet olur da bu kadar mesafe olmaz mı?...
Öğretmen olarak atandığım ilk yer Trabzon'a iki buçuk saat mesafede bir nahiye olan
Ataköy idi. Esas gurbet burası olmalıydı… Türkiye'mizin neredeyse bir ucuydu. Matematik
öğretmeni olmama rağmen müzik dersine de giriyordum. Öğrenciler her fırsatta "sanki bana
inat" "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar. Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler." diye
türkü söylerlerdi!.. Her ne kadar kız olmasam da her defasında içim burkulurdu… Ee, gurbet
böyle bir şeydi. Anadan, babadan, hısımdan, akrabadan eşten, dosttan ayrı…
Şimdi düşünün, zaman altmış yıl öncesi ve öyle bir yere gidiyorsunuz ki, binlerce
kilometre ötede. Gittiğiniz yerde dili başka, dini başka insanlar. Ne işiniz belli, ne aşınız
belli…
Bir konuşmacı "Çok acılar çektik. Çok sıkıntılar yaşadık. Gece yatağımızda çok gözyaşı
döktük," derken, bir başkası "zayıf görünmemek için ağlamadım", diyordu. Yani gözyaşımı
içime akıtmıştı…
Konu Emirdağlı gurbetçiler idi ama o yıllarda vatanın her köşesinden insanlar
Avrupa'ya çalışmaya gitmişlerdi. Kimisi kısa zamanda dönmüş kimisi de orayı vatan
tutmuştu. Artık o ilk nesilden hayatta çok az kişi kaldı. Onların çocukları ve torunları bizi
temsil ediyorlar. Şartlar ne kadar iyi olsa da bir şeyi değiştirmiyor. O da gurbet gerçeğini...
Böyle bir programda elbette gurbet şiiri okunurdu. Ben de o gurbetçilerin duygularını
yansıtan şu şiirimi seslendirdim…
GURBETTEN SESLENİŞ
Yıllar oldu ayrılalı sıladan.
Her an gözlerimde tütüyor gardaş.
Ne diyeyim, böyle yazmış Yaradan.
Gücüm ağlamaya yetiyor gardaş.
Gurbet türküleri hazin mi, hazin;
Dağlar duman duman vermiyor izin.
Her akşam üstüme çöküyor hüzün,
Güneş bizim evde batıyor gardaş!
Yorgun beden, gayrı yükü çekmiyor.
Hatıralar hiç aklımdan çıkmıyor.
Geceler bitmiyor, şafak sökmüyor;
Kuş tüyü yastıklar batıyor gardaş.
Alnımda çizgiler kahır izleri.
Hasretlik soldurdu mahzun yüzleri.
Bunca yıldır göremeden sizleri,
Ömür gurbet elde bitiyor gardaş.
Ufuklarda kayboluyor hayalim.
Azaldı umudum, bitti mecalim.
Gurbet dedikleri zalim mi zalim,
Balına zehrini katıyor gardaş.
İnsanoğlu yazılanı görüyor.
İnanana Mevlâ'm sabır veriyor.
Gurbet nicesini yere seriyor,
Garip Fikret'i de yutuyor gardaş.
Fikret GÖRGÜN