Merhaba değerli okurlar!
Şehrimizin zamana meydan okuyan tarihi bir yapısını yazmaya çalıştım.
Anadolu'nun kalbinde, yüzyılların sessiz tanığı olarak duran bir mabed var . Sivrihisar Ulu Camii. Bir camiden çok daha fazlası.
Selçuklu'dan bugüne uzanan bir köprü. Gölgesinde asırlık duaların yankılandığı bir zaman durağıdır.
Sivrihisar'a yaklaştıkça, uzaklardan beliriveren o zârif minare göz kırpar insana. Bir davet gibi, bir çağrı gibi. Sanki "gel" der gibi .Çarşının, dar sokakların ve kerpiç evlerin arasından geçerken, farkında olmadan yavaşlarsınız. Çünkü burası aceleye gelmez. Burada zaman, taşın ve ahşabın dilinde sessizce konuşur.
Sivrihisar Ulu Camii, 13. yüzyıldan bu yana ayakta. 1274 yılında Selçuklu Veziri Emir Celaleddin Ali Bey tarafından inşa ettirilmiş. Ama onun ruhunu inşa eden yalnızca taş ustaları değil, Anadolu'nun o dönemki inanç ve kararlılığıdır. Selçuklu'nun gölgesinden bugüne sarkan bir emanettir. Fakat onun büyüklüğü yalnızca taşında, ahşabında değil ruhundadır.
Bu mabedin duvarlarıyla konuşan, direklerine dokunan herkes bilir ki burası sadece bir cami değil, bir hafızadır.
Avlusuna adım atarken bir dinginlik sarar insanı. Hani şehirde, gürültünün tam ortasında birdenbire bir sessizlik bulursunuz ya… İşte tam da öyle bir huzur. Gökyüzü, avludaki ağaçların yapraklarından süzülürken, taş zeminin kokusu sizi yüzlerce yıl öncesine taşır. Sanki aynı taşların üstünde nice nesiller yürümüş, nice ayak izleri üst üste binmiş de, her biri bir dua, bir umut, bir hüzün bırakmış gibi.
İçeri adım attığınızda sizi karşılayan şey, ihtişamdan çok tevazudur.
Caminin içi, kalabalık bir şehirde bile insanın içine çekildiği dingin bir ormana benzer. Ahşap kokusu, yüzyılların huzuruyla karışır. Gözleriniz yukarıya, tavanın geometrik desenlerine takıldığında, kendinizi bir Selçuklu rüyasının içinde bulursunuz. O an anlarsınız ki bu cami, sadece inşa edilmemiş, dua ve tevekkül ile dokunmuş.
Koca cami, 67 ahşap direğin omuzlarında yükselir. O direkler var ya ! İlk bakışta sıradan gibi görünür. Ama dikkatle bakarsanız hepsi birer insan gibidir. Kimisi dimdik durur, kimisinin gövdesinde zamanın çizgileri vardır. Kimi yıllara meydan okur, kimi yorgun ama vakur. Tıpkı insan ömrü gibi. Ve o direklerin her birinin üzerinde ustasının yüreğiyle işlediği nakışlar vardır. Hayat ağacı, sonsuzluğu simgeleyen motifler, dua gibi kıvrılan çizgiler...
Bu direklere dokunduğunuzda sanki geçmişin nabzını tutarsınız.
Düşünürsünüz:
" Belki bu direğin önünde bir derviş gözyaşı döktü.
Belki şurada bir çocuk ilk kez Kur'an harflerini heceledi.
Belki şu köşede bir ana, gurbete giden oğluna dua etti" diye.
Caminin minberi ise başlı başına bir sırdır. Caminin en kıymetli parçalarından biridir. 13. yüzyılın eşsiz kündekâri sanatının en nadide örneklerinden biri olan bu minber, adeta ahşaba yazılmış bir dua gibidir. Usta, her parçayı öylesine büyük bir sabırla işlemiş ki, ortaya çıkan eser hem göze hem gönle hitap eder. Bu minber, Anadolu'daki en eski ve en değerli örneklerden biridir. İncecik bir sabırla işlenmiştir. Ahşap parçaları bir araya gelmiş, sanki tek bir nefes olmuş. Minbere baktığınızda yalnızca bir ustalığı değil, bir aşkı görürsünüz. Çünkü böyle bir işçilik, yalnızca ellerle değil, gönülle yapılır.
Sivrihisar Ulu Camii, bir medeniyetin duasıdır aslında.
Duvarlarında yalnızca taş yoktur; tevekkül vardır, şükür vardır.
Ve belki de o duaların bereketiyledir ki cami hâlâ dimdik ayakta durur, hâlâ yürekleri birleştirir.
Avluda oturup gözlerinizi kapatırsanız rüzgârın uğultusunu duyarsınız. Ama dikkatle dinlerseniz fark edersiniz ki o uğultu yalnızca rüzgâr değildir. Yüzyılların sesidir. Selçuklu askerlerinin ayak sesleri, dervişlerin zikri, çocuk...