Öğretmen olarak ilk tayinim Doğu Anadolu'nun; bir ilinin, şirin mi şirin bir köyüne çıkmıştı. Adı
bile çok güzeldi. Gökçe Kanat Köyü, gerçi vatandaşlar yerel adını kullanıyordu (Aşağı Karavelyan).
Evler bir düzlüğün altındaki burun gibi çıkıntılı yamaca; yüzlerini Güneşe, güneye dönmüş. İçinde
yüzleri yanık, elleri nasır, gani gönüllü insanların yaşadığı, arı kovanlarına benziyordu. Yamacın
yüzüne düzensiz bir şekilde dizilmişlerdi. Ortada beş vakit İslam'ı duyuran minaresi ile minik bir
cami. Mezarlığa giden yolun solunda evler sırayla dizilmişler. Alt tarafta, sağda Peri Suyu'na kadar
yemyeşil düz bir vadi. Köylüler aralarında paylaşmışlar. Büyük bölümü hayvanlara kışlık ota
ayrılmış, bir kısmı ise evlerin sebze ihtiyaçlarını karşılıyordu. Caminin ve köyün doğu yönünde; iki
derslikli İlkokul, bahçesi ve pencereleri o güzelim vadiye bakıyor. Ev sahibim Hacı Ahmet Amca
epey uzun süre muhtarlık yapmış. Bu yüzden kamu görevlileri köye gelince ona misafir oluyordu,
tabi ki köylülerde. Köyde kahve olmadığı için çoğu zaman köylüler onun evinde toplanırdı. Hacı
Ahmet Amcam cömert, sofrası açık biriydi. Özel sohbetlerimizin birinde, köye elektrik geleceğini
köylülere duyurmuş, "Direk çukurlarını biz kazacağız." demiş. Kimse yanaşmamış. Bir yolla onları
ikna etmiş, çukurlar kazılmış, elektrik gelmiş. "Elektrik almayan oldu mu?" Dedim. "Görmedin mi
hocam ahırlarda, tuvaletlerde bile elektrik var." dedi. Daha sonra köyün önündeki Peri Suyu'na
kadar olan düzlüğe su getirmek istemişler. Köylülerin bir kısmı yine istememiş. İkna etmek yine
Ahmet Amca'ma düşmüş. Ben yine "Su almayan oldu mu?" deyince, "Herkes aldı." dedi. Bir gün
sohbet arasında bana "Hocam sen bilirsin, Dünya kaç günde yaratıldı?" dedi. "Dünya toz bulutu idi
dönerek soğudu, bu hale geldi." "Hocam yanlış anladın, Dünya nasıl yaratıldı? demedim, Kaç
günde yaratıldı? dedim." Düşündüm, evet kaç günde yaratıldı? demişti. "Bilmiyorum." Dedim.
İlkokuldan sonra bir köyde hocanın birinden; dini ve fenni ilimler hakkında dersler almış. "Hocam
Allah dünyayı altı günde yaratmıştır. Ama bu altı gün bizim yaşadığımız altı gün değildir." Dedi. O
köyden gözyaşlarıyla ayrıldık. Altı yıl başka bir köyde çalıştım. Eskişehir'e tayin istedim, yine bir
köye, iki yıl çalıştıktan sonrada şehir merkezine atandım. Oğlum ve kızım okullarını bitirdiler,
İstanbul'da çalışmaya başladılar. Bizde eşimle tayin isteyip yanlarına geldik. Gün geldi sonunda
emekli oldum. Bir arkadaşla 4 Kasım 2024 tarihinde o güzelim ile gezmeye gittik. İl tamamen
değişmişti, sanki yıkılmış yeniden inşa edilmişti. Öğrencilerimizle buluştuk. Son çalıştığımız köye
gittik, orası da tamamen değişmiş. Devletin yapıp verdiği deprem konutları yıkılıp yerine güzel,
sağlıklı binalar yapılmıştı. Okulumuz duruyor ama kapalı, içinde cıvıl öğrenci sesleri yok, soğuk
beton bir bina. İle döndük ben büyük bir özlem ve merakla Ahmet Amca'ma koştum. Heyhat
Ahmet amcam iyice yaşlanmış, nefes darlığı yüzünden oksijen tüpüne bağlanıyor bunaldıkça. Ayşe
Anne yatakta beni tanıdı, hal, hatır sordu. Ahmet Amca'yla sohbet ederken "HOCAM ALLAH
NEREDE?" demez mi? Bunu biliyordum, acele etmeden "Allah zamandan ve mekandan
münezzehtir." (zaman ve mekanda aranmaz.) "Ama nerede?" Diye tekrar sorunca şaştım kaldım.
Biraz bakıştık, eliyle kalbimi göstererek "Müminin kalbindedir." dedi. Biraz düşününce hatırladım.
Ya bir büyüğümüzün sohbetinde ya da bir videoda duymuştum, "Allah hiçbir yere sığmaz ama
müminin kalbine sığar."