Merhaba değerli okurlar!
Bu satırları, hem kendime hem okuyana, duanın yürekte nasıl bir sığınak olduğunu hatırlatmak için yazdım.
Ben duâya hep içimdeki gizli dergâh derim. Kapısı dışarıdan açılmaz. kulpunu içeriden tutan biri vardır. Ne zaman içim daralıp kalbimin duvarları çöker gibi olursa, o dergâhın kapısı kendiliğinden aralanır. Sanki içeriden biri çağırıyormuş hissine kapılarak koşarak içeri girerim.
Dua, aradığımı dışarıda değil, içimde buldurur bana. Nasıl ki çölde su arayan biri toprağa eğilip kulağını koyar, yer altındaki akışın titreşimini dinlerse, ben de dua ettiğimde kalbimin derinlerine eğilip içimdeki o derin akışı duyarım.
Bir keresinde, çok sevdiğim bir dostuma :
"En çok ne zaman dua ediyorsun ?" diye sordum.
"Canım acıyınca değil," "sabredemediğimde". Dedi
Bu söz içime oturdu.. Çünkü ben çoğu zaman duayı acıya merhem sanmıştım. Oysa dua, merhemin kendisi değil, merhemin geleceğine inanan sabırmış.
Dua etmeyi bazen şöyle anlatırım:
Kalbimin ortasında büyük bir oda düşünürüm. Odanın ortasında da ince bir kandil durur. Işığı çok güçlü değildir ama loşlukta yolu bulmama yardım eder. Ne zaman içimde fırtına kopsa, ne zaman bunalsam o odaya girerim. Kapıyı kapatır, kandili seyrederim.
Ve bilirim ki kandil bir dua ile yanmıştır. Ve yeni bir dua ile de güçlenecektir.
Tasavvuf ;"Dua yolun yarısıdır, diğer yarısı da teslimiyet" der. Duanın içimde yarım kalmasının sebebi belki de teslimiyeti öğrenemeyişimdir. Bazan Rabbime şöyle seslenirim:
"Ben istiyorum ama bana verip vermemek Senin elinde . Beni istemeyi bırakmaktan koru Allah'ım."
Bu cümle, beni o kadar rahatlatır ki , içimde sessizce dolaşan kuşların kanat seslerini duyarım.
Hem içimde bir yerleri ürpertir, hem de derin bir ferahlık getirir.
En çok da gece vakti dua etmeyi severim. Gündüzün gürültüsü çekilir, kalbimin kıyısına doğru küçük bir dalga gelir, üzerinde tam adını koyamadığım bir serinlik oluşur. Gözlerimi kapatır, içimdeki karanlığın bana ışık tuttuğunu fark ederim. O an anlarım ki karanlık korkulacak bir yer değil, sığınılacak bir mekândır.
Bazen de söyleyecek bir söz bulamam. Ellerim açık, rûhum mahçup. Dilim tutulur. Ama bilirim ki susmak da bir duadır. O zaman içimdeki boşluğun kendisi bir niyaz olur. Çünkü Rabbim, ne demek istediğimi benden iyi bilir.
Çocukluğumda bir gün ,sokağımızda yaşayan yaşlı bir nineden duanın her kapıyı nasıl açtığını sormuştum. Bana gülümsedi ve dedi ki:
"Evladım, dua bazen her kapıyı açmaz. Ama kapının ardında birinin olduğunu hatırlatır. Bu da insana yeter."
Bu sözü hafızamda hep sakladım. Ne zaman sıkılsam, o kapının ardında birinin beni beklediğini hatırlarım.
Ve ben dua ederken en çok şunu hissederim:
Yalnız olmadığımı değil, hiç yalnız bırakılmadığımı.
Çünkü dua ettiğimde, ben Allah'a doğru bir adım atarım, ama o bana doğru koşar.
Değerli okurlar!
Suskun kaldığımız anlarda bile, sessizliğimizi niyaz yerine sayan bir merhamet üzerimize yağsın.
Ve en önemlisi: Rabbim bizi, duanın kıymetini bilen, dua ile yaşayan, dua ile doğrulan kullardan eylesin.
Yazımı bir duâ gazeliyle bitirmek istiyorum.
GAZEL – DUÂ
Kalbde vardır her hakîkat gizli bir sırdır duâ
Bir acâip hâl eserken sâde bir yârdır duâ
Gör ne çok âvâre gezmiş gönlümün kâşânesi
Son duraktan indi artık her zaman kârdır duâ
Bir seher vaktinde inler rûhumun her zerresi
Vuslatın bâbında her dem bekleyen nûrdur duâ
Bir çetin hengâmda kaldım, yollarım hep taş dolu
Gamlı gönlüm darlanırken bir huzûr dârdır duâ
Kendi dergâhımda çöktüm bin heves, bin âh ile
Yâ Rab, ihsânınla her dem bir de dîdârdır duâ
Her ne görsem aşkla yandım Hakk'a râm oldum yine,
Her bahar güller açan bir rûh-i nevkârdır duâ
Der ki Taşkın : Secde et sen, her nefes Mevlâ'yı an
Söz biterken son karardır sonsuz envârdır duâ
fâîlâtün/fâîlâtün/fâîlâtün/fâilün
NECİBE TAŞKIN ÇETİNKAYA