Merhaba değerli okurlar!
Her milletin bir kalbi vardır; o kalbin atışlarını kelimelerle duyarız. Bizim kalbimiz de Türkçedir.
Türk Dil Bayramı, o kalbin en gür çarpışını duyduğumuz gündür aslında.
Türk Dil Bayramı hem 13 Mayıs'da hem de 26 Eylül'de kutlanır.
13 Mayıs ,1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey'in; "Bundan sonra dîvânda, dergâhta, bargâhta ve mecliste Türkçe'den başka dil kullanılmayacaktır" fermânını ilân ettiği gündür.
26 Eylül ise 1932 yılında Türk Dil Kurultayı'nın açılışının olduğu gündür.
Türkçe, yüzyıllardır akıp gelen bir ırmaktır.
Orhun Yazıtları'ndan bugüne kadar
bazen dağlardan coşkuyla inen bir çağlayan,
bazen düzlüklerde usul usul ilerleyen bir dere gibi akar.
Bir ucunda Bilge Kağan'ın taşlara kazıdığı o gür ses vardır,
diğer ucunda bir bebeğin ninnisinde saklı sıcak bir nefes.
Ama ne olursa olsun, o nehir akar.
Fakat son zamanlarda nehrin suyuna yabancı atıklar karışıyor.
O berrak su, giderek bulanıyor.
Bugün gençlerin diline kulak verince,
bazen tanıdık olmayan kelimeler duyuyorum.
Türkçe değil, tam yabancı da değil.
Ne bir anlam taşıyor ne de bir kökene bağlı.
Sanki yetim kelimeler bunlar.
Bir sosyal medyada doğmuş,
yarım yamalak bir çığlık gibi ağzımızdan düşüyorlar.
Ya da Türkçenin bağrında karşılığı var iken
başka dillerden gelen gösterişli maskeler takmış kelimeler. Meselâ
"challenge" diyorlar, meydan okuma demiyorlar.
"Trend" diyorlar, akım demiyorlar.
"like" diyorlar, beğeni demiyorlar.
Bir bakmışız ki Türkçe kelimeler kapının önünde beklerken,
biz yabancı kelimelere soframızda yer açmışız.
Bu bana eski bir köy hikâyesini hatırlatır:
Ev sahibi, yıllardır birlikte yaşadığı kedisini kapının önüne bırakır da,
uzaktan gelen bir kuşu kafeste beslemeye başlar.
Kedi öksüzleşir, kuşsa evin dili olmaz.
İşte Türkçenin kelimeleri de böyle yetim kaldı bir köşede.
Ama sadece yabancı kelimeler değil,
anlamsız kelimeler de kol geziyor artık aramızda.
Gençlerin ağzından dökülen; "abooo", "kanka", "kral", "ohaa!",
birer ünlem gibi oradan oraya savruluyor.
Dillerinde sahici bir duygunun yerine
boş bir gösteriş,
derin bir anlamın yerine gürültülü bir yüzeysellik var.
Oysa Türkçe,
çölün ortasındaki bir vahadır.
Kelimelerimiz su damlalarıdır,
onlarla susuz ruhlarımızı serinletiriz.
Her atasözü bir çeşme,
her deyim bir pınardır.
Ama biz şimdi o çeşmelerin musluklarını kapatıp,
plastiğe hapsolmuş yabancı sular içiyoruz.
Soğuk, tatsız ve kimyasal kokulu.
Bir zamanlar dedelerimizin "gözüm" dediği hitap,
bugün "bro" olmuşsa,
biz sadece kelimeyi değil,
bir duyguyu da kaybettik demektir.
Kimi zaman fark etmeyiz ama dil, sadece konuştuğumuz bir araç değildir.
O, bizi taşıyan bir gemidir.
Biz kelimelerin direğine sarılıyız,
onlarla yol alıyor, onlarla kayboluyor,
onlarla yeniden kendimizi buluyoruz.
Bir kelimenin düşmesi,
bir cümlenin kırılması,
bir deyimin unutulması,
o geminin tahtalarından birinin çürümesidir aslında.
Bunu göremeyenler, geminin hâlâ sağlam durduğunu sanır.
Ama biz biliriz ki bir gün o tahta su alırsa,
biz de yavaş yavaş batmaya başlarız.
Türkçe, asırlardır nice fırtınalar gördü.
Savaşların tozunda, göç yollarında, çadırların dumanında,
bazen bir bebek ninnisinde, bazen bir hakan fermanında yaşadı.
Ne zaman bir kelime doğduysa,
bir yürek nefes aldı.
Ne zaman bir kelime öldüyse,
bir yürek sustu.
Bugün dilimize sahip çıkmak,
sadece kelimeleri korumak değil,
onların ardındaki ruhu, sesi, hikâyeyi korumaktır.
Ben bazen düşünüyorum:
Türkçe konuşurken, aslında kiminle konuşuyorum?
Karşımda duran kişiyle mi,
yoksa bin yıllık geçmişimle mi?
Belki de her kelime bir dua gibi
atalarımızın dudaklarından bize miras kalmış bir yankıdır.
Belki "su" derken,
Göktürklerin elleriyle tuttuğu buz gibi suları hatırlıyoruz da farkında değiliz.
Belki "yol" dediğimizde,
Orta Asya bozkırlarında at süren ecdadın tozlu yollarına selam gönderiyoruz.
Bugün ekranlarımızda yabancı kelimeler uçuşuyor,
bazı kelimeler kırılıyor,
bazıları göç ediyor.
Ama biz Türkçe'yi her zaman evimiz gibi görmeliyiz.
Evini yıkmaz insan.
Yıkık dökük olsa da tamir eder.
Her kelimeyi bir tuğla gibi yerine koyar.
Çünkü dil sadece söz değil,
o sözün içinde saklı bir kimliktir.
Bir millet, dilini kaybetti mi,
kendini kaybetmiş olur.
Türk Dil Bayramı işte tam burada bir hatırlatma gibi gelir.
"Beni unutma," der dil, sessizce.
Bazen bir çocuğun "anne" deyişinde,
bazen bir dedenin eski bir mani söyleyişinde,
bazen bir âşığın sazından dökülen türkülerde seslenir bize.
Belki de dilin gerçek bayramı,
bizim ona sahip çıkmaya karar verdiğimiz gündür.
Yani bugündür.
Bir kelimenin elinden tutup onu geleceğe taşımaktır bayram.
Bir deyimi unutturmamak,
bir atasözünü torunlarımıza miras bırakmaktır.
Bir ninniyi, bir destanı,
bir dua cümlesini korumaktır.
Unutmayalım ki dil, milletin yüreğidir.
Ve yürek, çarpmazsa hayat biter.
Türkçe, yüreğimizin çarpışı,
bizim de sonsuzluğa açılan sesimizdir.
Bugün o sese kulak verelim.
Hem onu duyalım, hem onu duyuralım.
Çünkü Türkçe, bizimle yaşar.
Biz sustuğumuzda değil, biz
onu unuttuğumuzda ölür.
Değerli okurlar!
Türkçe'miz, gönlümüzün sesi, yüreğimizin nefesi olsun. Her kelimesi bereketle çoğalsın, her cümlesi sevgiyle kurulsun. Dilimiz yaşadıkça biz de var olalım; nice bayramlarda Türkçe'mizin güzelliğini ve zenginliğini kutlayalım. Sevgi ve saygılarımla.
TÜRK'ÜN ÖYKÜSÜ ( ZİNCİRBEND KOŞMA )
Nedir bu vatana illet-i zillet
Kalksın üstümüzden gaflet uykusu
Altay'dan Hazar'dan eser bu haslet
Şanlı bir tarihtir türkün öyküsü
Öyküsü Ötüken Hunlar Hazarlar
Göktürkler Selçuklar Uygur Avarlar.
Karahan Osmanlı Aydın Candarlar
Bin yıllık rüyadır turan ülküsü .
Ülküsü bir olmak bütün dünyada
Avrupa Afrika bütün Asya'da
Yakında uzakta çölde deryada
Çalınır söylenir birlik türküsü
Türküsü kılıçta okta yaydadır
Kopuzda tamburda tarda naydadır
Yağmurda rüzgarda dahi aydadır
Demirle çekiçle toydur coşkusu
Coşkusu efsunlar aklı evveli
Türk adı titretir yedi düveli
Millet şahlanırsa belli bedeli
Asla canı değil vatan korkusu
NECİBE ÇETİNKAYA