Merhaba değerli okurlar!
Sıcakların artık dayanılmaz bir hal aldığı bu günlerde, bedenimiz kadar rûhumuzunda serinlemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Artık yangın, savaş, sıcaklık düşünmek istemiyorum.
Çünkü düşünmek bile yakıyor insanı.
İçinde yanmasa da, seyretmekten yanıyor yürek.
Ve insan bir yerden sonra sadece yaşamak değil,
yaşatmak da istiyor.
Bir güzelliği, bir serinliği, bir sessizliği...
Ben o sessizliği çok özledim.
Savaş uçaklarının değil, kuşların sesiyle uyanmayı.
Haber başlıklarında öfke değil, umut görmek istiyorum.
Bir çocuğun ilk adımını konuşsun insanlar,
ya da yeni açan bir çiçeği.
Sıcak bastırdığında gölgelik arayan kedi gibi oldum ben de. Gölge deyip geçme.
Bazen gölge, bir insanın yüreğidir.
Bir söz olur serinletir, bir bakış olur ferahlatır.
Ben artık gölge gibi insanların peşindeyim. Sıcaklığın ortasında serin kalanlardan.
Yanmak yerine yakmadan sevmeyi bilenlerden.
İçimde hâlâ o küçük çocuk var. Hani su birikintisine basınca sevinirdik ya, hani yağmurda kaçmak yerine, yağmur altında yürüyerek inadına sırılsıklam olmayı yeğleyen...
İşte o çocuğu korumaya çalışıyorum.
Dünyaya küsmesin,
büyüyüp duvar olmasın diye.
Ben artık kolay üzülmüyorum, ama kolay etkileniyorum.
Küçük bir iyilik görünce içim kabarıyor, gözüm doluyor.
Çünkü nadirleşti artık iyilikler.
Ama hâlâ var.
Ve işte o "var" , yaşamak için yetiyor bana.
Ben artık bir bardak suya şiir yazmak istiyorum.
Bir serinlik bulunsun satırlarımda.
Rüzgârla gelen bir yaprağın anlattığı şeyleri duymak istiyorum. Çünkü fark ettim ki,
hayat dediğimiz şey dev cümlelerde değil, küçücük detaylarda.
Bir bakışta, bir tebessümde, bir omuz dokunuşunda.
Ve , birinin "Ben seni anlıyorum" deyişinde saklı.
Ben artık gölgeyi bile özlüyorum.
Bir ağacın altına sığınıp derin bir nefes almayı.
Rüzgârla gelen o hafif yaprak sesini. O ses yok artık.
Rüzgâr bile çıkınca kızgın geliyor üstüme. Saçımı okşamak yerine yüreğimi üflüyor, içimi kurutuyor.
Son zamanlarda içimde garip bir sessizlik var.
Sanki herkes çok şey söylüyor ama kimse konuşmuyor.
Ben de bir şey demiyorum.
Sadece bakıyorum.
Yanan dağlara, kuruyan nehirlere,
bir de haberlere düşen cansız çocuklara…
İçimde bir şey düşüyor her seferinde ve o şeyin adı galiba insanlık.
Geçen gün aynada kendime uzun uzun baktım.
Biraz yorgun gördüm gözlerimi.
Ama orada hâlâ bir ışık var.
Küçük, ama kararlı.
Her şeye rağmen sönmemiş.
Ben bazen bir kuşun gölgesini bekliyorum pencere kenarında. Geçsin de içim serinlesin diye.
Bazen boş bir bardağa su koyup başına oturuyorum,
sanki o da benimle oturmuş gibi.
Sanki suyla konuşuyorum da
o beni anlıyormuş gibi.
Ben yoruldum ama umutsuz değilim.
Yandım ama tükenmiş de değilim.
Çünkü hâlâ yazabiliyorum.
Ve hâlâ içimden bir ses diyor ki:
"Bir gün her şey düzelecek."
Belki yavaş, belki eksik ama
bir yerden başlayacak.
Ve ben orada olacağım.
Elimde bir bardak suyla,
yüreğimde hâlâ biraz serinlik taşıyarak.
Şimdi Ağustos ayındayız..
Eyyâm-ı bahûr desen, yetmez.
Sanki cehennem kapılarını aralamış da
"birazcık size de sıcak yollayalım" demiş.
Balkona çıkıyorum, serinlik yerine sitem geliyor yüzüme.
Yoldan geçen kedi bile gölgede dua ediyor gibi.
Sonra bir kuş geçiyor gökyüzünden. Kanadında umut gibi bir serinlik var.
Bir an için unutuyorum yangınları, unutuyorum ölen çocukları, unutuyorum buharlaşan nehirleri.
Sanki o da biliyor her şeyin ne kadar zor olduğunu,ama yine de uçuyor. İnce bir direniş gibi.
Belki güzellik dediğimiz böyle bir şeydir. Bir anlık unutma.
Ya da hatırlama. Ne fark eder? Sonra biri geçiyor yoldan. Elinde bir çiçek.
Kurumuş ama hâlâ elinde taşıyor.
Ben de öyleyim işte,içim biraz yanmış, biraz eksilmiş, ama hâlâ birşeyleri elimde
taşıyorum.
İşte bu yüzden diyorum,
belki rüzgâr anlar. İnsanın içinin de zaman zaman
yangın yeri olabileceğini.
Ve serinliğin bazen sadece
birinin seni anladığında geldiğini.
Kıymetli okurlar!
Rûhu serinleten rüzgâr değil, içten gelen huzurdur. Rûhunuzun hep serin kalması dileğiyle.