Fizik ile müzik arasındaki ilişki, evrenin kalbinde yankılanan o görünmez titreşimin insan ruhunda bulduğu en eski karşılıktır. Bir fizikçi, frekansları sayılar ve dalga boylarıyla tanımlar; bir müzisyen ise aynı frekansları nefesinin titremesinde, parmaklarının teli uyandırışında hisseder. Aslında ikisi de aynı gerçeği farklı dillerde anlatır: Evren titreşir ve insan bu titreşime cevap verir.
Einstein, "Hayat bir titreşimdir; ne kadar yüksek olursa, o kadar yükseğe yükselirsiniz" derken yalnızca fiziği değil, insanın içsel yolculuğunu da işaret ediyordu. Dalga boylarının matematiğinde gezinirken kemanının tellerine dokunan bir çocuk gibi içten bir merak taşırdı. Ona göre müzik, "benliğin derinliklerinde açılan bir pencere" idi ve evrenin düzenini anlamak bazen bir Mozart cümlesini çözmek kadar sezgi gerektirirdi.
Tesla ise daha başka bir yerden bakardı titreşimlere. "Eğer evrenin sırlarını arıyorsanız, enerji, frekans ve titreşim düşünün" diyerek, bilimin kapılarını müzikle ruh arasındaki ilişkiye doğru aralıyordu. Onun için frekans yalnızca ölçülebilir bir olgu değil; insan niyetiyle, düşüncesiyle, hatta duasıyla bile değişebilen bir akıştı. Tesla'nın laboratuvarında çakan kıvılcımlar ile bir neyzenin derin bir ney taksimi arasında şaşırtıcı bir akrabalık vardır: İkisi de görünmeyeni görünür kılar.
Bilim bize frekansı bir sayı olarak sunar; sanat ona bir renk, bir titreşim, bir duygu giydirir; maneviyat ise her frekansın bir niyet taşıdığını fısıldar. Kâinatın en büyük senfonisi sessizlikte gizlidir; çünkü sessizlik bile aslında bir titreşim potansiyeli, henüz söylenmemiş bir notadır.
Bir insan sevindiğinde kalbi hızlı atar; üzüldüğünde dalga boyları düşer. Yani bedenimiz bile tıpkı bir çalgı gibi hâlini frekansla dile getirir. Bir annenin ninnisi, bir su damlasının sesi, bir çocuğun kahkahası… Hepsi aynı evrensel yasaya bağlıdır. Hepsi enerjidir, titreşimdir, müziktir.
Bu yüzden müzik sadece kulağa değil, ruha dokunur. Bir makamın içimize işleyen hüznü, bir ezginin ansızın içimizi ferahlatması, bir sesin içimizde yıllar önce kaybolduğunu sandığımız bir anıyı uyandırması… Hepsi frekansların görünmez dilidir. Fizik bunu açıklar; sanat bunu yaşatır; maneviyat bunu anlamlandırır.
Einstein'ın kemanının titreşimleri ile Tesla'nın bobinlerinden yükselen frekanslar aynı gerçeği söyler: Evren bir melodidir ve insan o melodinin hem bir notası hem bir dinleyicisidir. Belki de bu yüzden, bazen bir şarkı duyduğumuzda kalbimiz hızla çarpar, gözlerimiz dolar veya içimizde anlatamadığımız bir açıklık belirir. Frekans, insanın iç ambalajını çözen bir anahtar gibidir.
Ve belki de en güzeli şudur: Her insanın kendi iç frekansı vardır. kimi insan bir hüzzam akşamına benzer, kimi sabah segâhının ferahlığına. Kimi insan bir Tesla titreşimi kadar güçlü ve sarsıcıdır, kimi insan Einstein'ın sessiz bir keman cümlesi kadar duru ve derin. Ama her birimiz evrenin büyük ezgisinde bir anlam taşırız.
Sonuçta fizik bize şunu öğretir: Her şey titreşir. Müzik bize şunu öğretir: Titreşen her şey konuşur. Maneviyat ise şunu hatırlatır: Konuşan her şey, bir yerlerde mutlaka bir kalbe dokunur.
Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.