HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 20 EYLÜL 2024, CUMA

BAŞARILI HEKİMİMİZ PROF.DR.MUZAFFER METİNTAŞ İLE SÖYLEŞİ

Kıymetli okuyucular, bu ay ki röportaj konuğumuz Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Metintaş. Mesleğindeki başarısı, yetiştirdiği binlerce hekim,yazdığı kitaplar, makaleler var ama; vizyonu, mütevaziliği, yaşama bakış açısı, öğrencileriyle, hastalarıyla ve birlikte görev yaptığı meslektaşlarıyla olan iletişimini tarif etmek zor. Tanıyanlar bilirler.
14.04.2024 13:33
BAŞARILI HEKİMİMİZ PROF.DR.MUZAFFER METİNTAŞ İLE SÖYLEŞİ
BAŞARILI HEKİMİMİZ PROF.DR.MUZAFFER METİNTAŞ İLE SÖYLEŞİ
Özellikle akciğer hastalıkları üzerine yaptığı bilimsel araştırmaları ile tıp dünyası tarafından yakından bilinen bir isim olan Prof. Dr. Muzaffer Metintaş Beyle yaptığımız röportajın ilk bölümü ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Kıymetli hocam, özellikle içinde bulunduğumuz pandemi koşullarındaki artan vaka sayılarına bağlı yoğun çalışma temponuz arasında bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederek ilk sorumla başlamak istiyorum. Kimdir Muzaffer Metintaş ? Sizi tanıyabilir miyiz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Ben öncelikle size teşekkür ederim. İlginize ve çalışma alanlarımıza, tıp alanına gösterdiğiniz yakınlık içinde minnettarım. 1958 yılında Eskişehir'de dünyaya geldim. Baba memleketim Gümüşhane. Çok sevdiğim, zaman zaman ziyaret ettiğim ve nüfus cüzdanımda kayıtlı olması itibariyle onur duyduğum memleketimin insanlarına ve saniyen yaşadığım şehir olan Eskişehir'li hemşerilerime selam ve saygılarımı sunuyorum. Önemli bir süre babamın mesleği nedeniyle Ankara'da yaşadım. Babam Astsubaydı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum. Aynı fakültenin göğüs hastalıkları ana bilim dalında uzmanlık eğitimi aldım. 1995 yılında doçent, 2000 yılında profesör oldum. Halen aynı ana bilim dalında öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etmekteyim. Lise sonrası ilk üniversite eğitimim ODTÜ'de Jeoloji Mühendisliği Bölümü'nde başladı. Ancak burayı üçüncü yılda kendi isteğim ile bıraktım. Yeniden sınavlara girdim ve Tıp Fakültesini kazandım. Bir yerde o zamanlar okumuştum. "Bir hekimin hâkim olması gerekir." diye. Hâkimlikten kastettiğim yargıç değil, hakikati bilen demek. Yani bir hekim hakikati bilen biri ise o zaman bende hekim olayım dedim ve tek tercihle tıp fakültesine girdim. Evliyim. Eşim Prof. Dr. Selma Metintaş aynı fakültede halk sağlığı uzmanı, öğretim üyesi olarak çalışıyor. İki çocuk babasıyım.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Tıp mesleğini seçme nedeniniz nedir? Seçtiğiniz için memnun musunuz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Göğüs hastalıkları alanına girmemde rahmetli hocam Prof. Dr. Necla Özdemir'in etkisi olmuştur. Yaptığım işi çok severek yaptığım için hem hekim olarak hem de bir bilim insanı olarak hayatımdan memnunum. Zihin engelli bir oğlum var. Onun sayesinde bu camia ve onların aileleri ile tanıştım. Oğlum bizi eğitiyor, bize hem zihinsel hem duygusal işlevler kazandırıyor, ahlakımızı ve hayatımızı inşa ediyor. Oğlum için Allah'a hep teşekkür ediyoruz, şükrediyoruz. Aslında, kuvvetle muhtemel, bir şeyler başarabildi isek onun sayesinde olduğuna inanıyoruz. Zihin engelli insanların hak ettikleri ortama ulaşabilmeleri amacıyla kendi çevremizde ve gücümüzün yettiği ölçüde katkılar vermek için de için gayret ediyoruz. Bu amaçla arkadaşlarımızla birlikte kurduğumuz bir derneğimiz var. Bu derneği önemli bir eğitim, sağlık, bakım merkezine dönüştürme gayreti içerisindeyiz. Bir de bizim bir medeniyetimizin olduğuna, medeniyetler kurduğumuza ve bu medeniyetlerin zaman zaman insanlığın şahikası olduğuna inanıyorum. Yeniden bir Türk medeniyetinin insanlığa büyük katkılar sağlayacağına, insanlığın önünü açacağına inanıyorum. O nedenle yeni bir Türk medeniyeti tasavvurunu idealize ederek çalışacak, bu amaçla bir takım kültürel bilimsel çalışmaları yapabilecek, gönlü ve zihni benim gibi çarpan dostlarımla "Kırmızılar" adı altında bir yayın ağı ve yayıncılık grubu oluşturduk. Kitap, dergi, web sayfası gibi çalışmalar yapıyoruz. İşte bunlar benim hayatım. Hepsi insanlık için iyilik amaçlı çalışmalar olsun diye hayatımı anlamlandırıyorum.
BAŞARILI HEKİMİMİZ PROF.DR.MUZAFFER METİNTAŞ İLE SÖYLEŞİ

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Sizce işinizin en zor tarafı nedir?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş :  İşimin en zor tarafı bir hekim olarak bilginiz dahilinde mesleki uygulama olarak artık ulaşamadığınız bir sınır oluyor. Bu sınırda yaptıklarınız aslında hastalığın seyrindeki sonucu maalesef değiştiremiyor. İşte bana göre hekimliğin en zor tarafı onu fark ettiğinizde, kabullenmek ve paylaşmak zorunda kalmak. Ama zaman içerisinde tıp bilimi geliştikçe bizdeki bu duyguda azalacaktır.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Bu kutsal mesleğinizde örnek aldığınız bilim insanları var mı diye sorsam nasıl cevap verirsiniz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Elbette var. Ben insanlık anlamında rahmetli hocam Prof.Dr.Necla Özdemir'i örnek almıştım. Hiç unutamam bir gün dışarıda dolaşırken yaşlı bir adamın marul sattığını gördü. Adamın bütün marullarını satın aldı. O yaşlı kişi ayak altında daha fazla yorulmasın diye. Mesleki olarak asistanlık yıllarımda İstanbul Tıp Fakültesi'nde Prof. Dr. Tuğrul Çavdar vardı. O bir eğitmen olarak beni etkilemişti. Üslubu, tavrı, duruşu ve tarzıyla. Yine Hacettepe'de Prof. Dr. Yusuf İzzettin Barış vardı. Yurt dışında yabancılarla çalışma yapmanın, onları işinize katmanın çok önemli olduğunu anlattı ve gösterdi hep. Ben de o yolu takip ederek geldim. İzzettin hoca örneğinde, benim de bilgi üretiminde ve mesleki standartta ölçütüm hep uluslararası standart oldu. Yine Ankara Tıp'ta Prof.Dr. Doğanay Alper hoca vardı. Ondan da bir bilim insanının daima prensipleri noktasında dik durması gerektiğini örnek aldım. Biliyorsunuz bizim cübbemizin düğmeleri ve cebi yok. Neden? Bilim insanı buyruk almasın, rüşvet de almasın diye.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Hocam akciğer kanseri nasıl olunur? Belirtileri nelerdir? Bu kanserden korunmak mümkün mü?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu soru çok güzel. Teşekkür ederim. Şu anlamda güzel, akciğer kanseri dünyada en sık görülen kanser türü. Hem sıklığı yüksek hem de ölüm nedenleri içerisinde önde gelen bir problem, Ama bu problem topyekûn önlenebilir bir problem. Çünkü akciğer kanserinin nedenleri çok belli. O nedenler olmadan bir kişinin bu kansere yakalanma riski çok düşük. O nedenler nelerdir? Öncelikle sigara ve tütün kullanımı. Bu çok kesin ve tartışılmaz bir konu. Sigara içen biri içmeyene göre 42 ila 96 misli daha yüksek akciğer kanseri olma riski kazanıyor. Bunun dışında bazı mesleki maddelerle temas. Çevresel dizel gazı, çevredeki asbest, radon gazı veya benzer etkide diğerleri. Bunlarla temas kanser yapabiliyor. İşte bu temasları keserseniz akciğer kanseri önlenebilir bir kansere dönecek. Günümüzde tanı ve tedavide epey mesafe kat edilmiş olsa da esas olan bu hastalığın ortaya çıkmaması. Riskli temasımızı keseceğiz. Özellikle ailesinde kanser ya da birinci derece akrabalarında akciğer kanseri olanların sigaradan ve riskli ortamlardan kesinlikle uzak durmaları gerekiyor. Dolayısıyla insanlık için en önemli sağlık sorunlarından birisi olan akciğer kanserini bu söylediğim tedbirler alınması şartıyla %97 oranında önleyebiliriz. Belirtilerinden biraz bahsedeyim. Akciğer vücudun en geniş boşluğuna yerleştiği için ve iki ayrı akciğerimiz olduğu için hastalar çok gürültülü bir tabloyla da gelebilirler. Ya da hiçbir şikayetleri de olmayabilir. Klinik tablo tümörün yerleşim yerine, seyir hızına komşularıyla olan ilişkilerine bağlı. Risk faktörü olan birinin normal yaşantısında solunum sistemi yönünden bir değişiklik var mı? Yeni bir öksürük ortaya çıkmış mı? Balgam çıkarmaya başlamış mı? Öksürürken balgamında kan geldi mi? Göğsünde ağırı, nefes darlığı, anlamsız bir kilo kaybı, iştahsızlık ve halsizlik problemleri var mı? Riskli kişide bunlardan bir ya da birkaçı bir arada olursa o zaman akciğer kanseri kaygısı ile hekime başvurmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Biraz Tıp'ın dışına çıkalım. Özel hobileriniz var mı?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu sorunuza şöyle cevap verebilirim. Uzun süren yüksek tempolu mesleki hayatımız, bizim hobi olarak hareketli bir yaşantı göstermemize imkân vermiyor. Öncelikle "bilim felsefesi" ile okuyucu olarak ilgileniyorum.  Eğer bir hobi ise, bu merak, aslında mesleki bir heyecan da olsa, benim en önde gelen uğraşım diyebilirim. Fırsat buldukça klasik Türk müziği dinlerim. İyi bir dinleyici olduğumu düşünüyorum. Bir de kitap yayınlamaktan ya da bu yolda hizmet etmekten çok mutlu oluyorum. Doğrudan kendi eserim olan 17 tane mesleki kitabım var. İki tanesi ders kitabı diğer 15'i ise editöryal şekilde yazılmış uzmanlık veya akademik düzeyde kitaplar. Kırmızılar da 21. Kitabı yayınlıyor. Yeni çıkan bir kitabımızı elime aldığımda çok özel bir haz duyuyorum. Sanki arkaya kalıcı bir şey, bir evlat bırakmışız gibi kendimi hissediyorum. Bunları söyleyebilirim.
BAŞARILI HEKİMİMİZ PROF.DR.MUZAFFER METİNTAŞ İLE SÖYLEŞİ
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Hekimliğe ilk başladığınız dönemle bugünü kıyasladığınızda gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Yine teşekkür ederim bu soru için. İlk başladığımda hasta üzerinde hekim inisiyatifi oldukça ön plandaydı. Muayene etmek, dinlemek, konuşmak, hastayla hem hal olmak. Şimdi teknoloji geliştikçe, cihazlar, aygıtlar yapıldıkça, çeşitli yapay zekâ çözümlemeleri işin içine girdikçe hekim inisiyatifi yerini biraz bu çözümlere bıraktı gibi gözüküyor. Genç arkadaşların bazen hasta muayenelerini izlerken kısıtlı ölçüde muayene yaptıklarını gözlemliyorum. Önceki yıllarda hasta ile daha yakın samimiyet oluşurdu. O'nu anlardınız, dinlerdiniz, sıkı bir sistemik muayene yapardınız. O'da hekimine daha fazla güvenir ve sözünüzü daha kolay kabul ederdi. Şimdi hekim biraz aradan çıkıyor, teknoloji ön plana geçiyor gibi. Bu da hastalarda bir hekimin söylediğine güvensizlik ya da tereddüt ya da tekrar tekrar farklı yerlere danışma gibi bir ihtiyacı oluşturmuş gözüküyor. Ama öte yandan sağlıkta yüksek teknoloji kesinlikle yaşam süresinin uzamasına katkı sağlıyor. Mesleğe başladığımda, yaklaşık 35 yıl önce, erkeklerde ortalama yaşam süresi 65 yıl, kadınlarda 68 yıl idi. Şimdi ise bu süreler erkeklerde 78, kadınlarda da 80'nin üzerine çıktı. Bu da tabi ki tıbbi uygulamalarda ki gelişmenin sağladığı bir durum. Ama hasta profili açısından ciddi bir farklılık var. Bunu başımızdan çok sık geçen bir olayla anlatayım. Eskiden tıbbi müdahalelerin artık yararlı olmayacağı bir hasta oluştuğunda, hasta yakınları gelir "Doktor bey, eğer hastamıza yapılabilecek bir şey yoksa, hastamızı eve götürelim. Tertemiz yatağına yatsın.
Bizde onu çoluğu çocuğu birlikte, severek, öperek, dini vecibelerini yerine getirerek evinden uğurlayalım" derlerdi. Evlerine götürmek için acele ederlerdi. Şimdi ise böyle bir tabloyla pek karşılaşmıyoruz. Tam tersi, örneğin, 92-93 yaşında, artık yaşam için biyolojik sınırın sonuna dayanmış, kalbi ya da akciğeri ya da karaciğeri ya da beyni artık canlılığının idamesini sağlayamayacak hale gelmiş, bilinç dezoryantasyonları olan insanlar apar, topar hastanelere, acil birimlere getiriliyorlar. Oralarda da çoğunlukla girişimsel işlemlere tabii kalıyorlar, hatta entübe edilip, solunum cihazlarına bağlanıyorlar, yoğun bakımlara alınıyorlar. İlaçların ve cihazların mekanik etkisiyle yaşam birkaç hafta uzar gibi oluyor, ama nihai sonuç değişmiyor. Bu seyirde hasta yakınlarına durumu anlattığınızda, maalesef çoğunlukla iki kategoride cevap verebiliyorlar: Birinci cevap şekli genel de şöyle "Bunu evde nasıl bakacağız?" sorusu oluyor. Doğrusu "Bunu" sözü beni çok yaralıyor92-93 yaşında yaşlı ve artık terminal döneme girmiş bir kişiye "bunu" tanımlaması dışarıdan gözleyen biri için çok yaralayıcı bir ifade. Bir başka sık karşılaştığımız soru da şu: "Ne yani, ölüme mi terk edelim?". Bu da çok ilginç bir söz. Ben gelinen noktada toplumumuzda bir erdem problemi olduğunu düşünüyorum. Doğal ölümü yaşamın bir sonucu olarak kabullenmek de bir erdem meselesi. Dolayısıyla toplumsal olarak yasal, etik, zihniyet, erdem sorunlarımız olduğunu düşünüyorum.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Bir hekim ve aynı zamanda akademisyen olarak hekimlik mesleğini seçecek gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Bir tıp öğrencisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı) Yine çok güzel bir soru. Beni geçmişten bugüne taşıyacak olan bir soru, teşekkür ederim. Tıp mesleğini, kesinlikle başka konulara meraklı veya kabiliyetli olduğunu düşünen gençler dışında herkese tavsiye ederim. Önce bunu söyleyeyim. Tıp mesleği seçilebilecek iyi bir meslektir. Seçilmesi güzel ve insana onur katacak bir meslektir. Eğer genç arkadaş "ben mühendis, fizikçi vb. olacağım" diye buna kendini hazırlamamışsa, mesai zaman ve emek sorunu yaşamayacağını düşünüyorsa, mesleğini 24 saat yaşamaktan beis duymayacaksa hekimliği tavsiye derim. Çünkü çok farklı bir meslek. Şöyle ki, yaşamın idamesini, iyi halde olmayı, ölümle yaşam arasında yaşamı sıkıntıya girecek insanları muhatap alıyorsun. Bu yüksek bir sorumluluk, çok sıkı bir çalışma, aklın yoğun biçimde kullanılmasını gerektiriyor ve aynı ölçüde de onur veriyor.
Basit bir örnek vereyim. Bir cumartesi günü olabilir. Siz arkadaşlarınızla hafta sonunda farklı aktiviteler yaptığınız, ya da sevdiklerinizle yürüyüşte olduğunuz bir anda çalıştığınız hastaneden arayıp," Bir çocuk geldi. Ağzı yüzü şişti, morarıyor. Hemen gelebilir misiniz? diye ararlarsa: "Hayır bugün ben nöbetçi değilim. Nöbetçi Ahmet, Mehmet onu arayın demeden, hemen gitmeniz gerekir. Neden? O çocuk muhtemelen bir öksürük şurubu içmiştir. İyot alerjisine bağlı anaflaktoid reaksiyona gitmektedir. Müdahale olmazsa boğularak ölecektir. Sizin bu tabloyu görmeniz durumunda hızlı bir müdahale etmeniz gerekir. Uygun ve acil tedavi ile o çocuk hemen 4-5 dakika içinde gözünüzün önünde hayata geri dönecektir. Bu bir hekim için mutluluk ve onur veren bir haldir. Hekimlerin; "Biz yüksek sorumluluklu ama bir o kadar da onurlu bir iş yapıyoruz, bunu üzerimizde taşıyoruz " demeleri ve bunun farkında olmaları gerektiğini tavsiye ediyorum.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber.com): Çok teşekkürler. Bu kutsal mesleğinizde bundan sonraki hedefleriniz nelerdir diye sorsam ne söylersiniz?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Bu sorunuza yaşadığım küçük bir örnekle cevap vereyim. Bir gün İstanbul'da Beyazıt'tan Süleymaniye Camisine doğru gidiyordum. Caminin köşesini dönmeden önce çok küçük vitrinli bir dükkanda, bir ayakkabı imalathanesi içinde çok yaşlı bir dede vardı. Örsün üzerine eğilmiş ayakkabıya bir şeyler çakıyordu. Görebilmek için örse eğilerek yakından bakıp çalışıyordu. Eli, yaşlılığa bağlı çok yavaş iniyor, ayakkabıyı çakmak için bayağı bir gayret gösteriyordu. Bir süre karşıdan seyrettim. İşini yapmaya çalışırken nasıl bir heyecan ve istekle çalışıyordu. Bu manzara ders verici, ibret verici bir olaydı benim için. Bir yıl sonra tekrar gittim ama o dedeyi göremedim. Dükkân kapanmış, tekel bayisine dönüşmüştü. Oradan şu dersi çıkardım. İnsan, yaptığı işin önemini, bilmeli. Ne iş olursa hangi meslek olursa olsun. İşini önemsemeli, içselleştirmeli, onurunu üstünde taşımalı, hayatının o olduğunun ahlakını yaşamalı ve yaşatmalı. Yaptığımız işin bir zamanı süresi olduğunu düşünmüyorum. Sağlığımızın elverdiği ölçüde devam etmemiz gerekiyor. Yani demem o ki, ben meslek olarak hekimlik yapıyorum ve bir bilim insanı olarak da bilgi üretiyorum. Bu işleri aklım yettiği sürece yapmaya gayret edeceğim; hedefim bu.
Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Değerli hocam son zamanlarda pandeminin de etkisiyle insanlar yakınlarını kaybediyorlar. Bunun sonucunda da hasta yakınları hastane koridorlarında sağlık çalışanlarına şiddet uyguluyorlar. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bu istenmeyen hadiseler nasıl engellenebilir? Tecrübelerinize göre neler yapılmalıdır?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş (Göğüs Hastalıkları Uzmanı): Gerçekten çok önemli bir konu. Teşekkür ederim. Sorun aslında ülkemizdeki toplumsal değişimin bir sonucu. Etrafta da görüyorsunuz çok garip bir şekilde şiddet olaylarını. Bir anlam veremiyorsunuz. Yolda giden bir kadıncağız kılıçla zevk için öldürülebiliyor. Ya da yolda giden bir karı kocaya önce omuz vurup sonra da bıçaklayıp gidebiliyorlar. Biz maalesef bir ahlak toplumu iken, yani Hakk'ka, sevgi ve mahcubiyet kaynaklı Allah korkusu ile riayet ederken, şimdi ölçü ve sınır bilmeyen, her şeyi kendine hak gören, her şeyi bedelsiz karşılamayı amaçlayan ve daima kendini haklı gören bir toplumsal yapıya dönüştük. Böyle olunca sorunlar tıp camiasında daha şiddetle yaşanıyor. Çünkü biz insanların yaşamı ile ölümü arasındaki çizgide çalışıyoruz. Her türlü mücadeleyi tedaviyi verirken, karşınızdaki muhatabınız bunu anlamıyor. Daha doğrusu anlamayacak zihinsel yapı içinde yetişmiş ve gelişmiş. Bizler "bak bu hastaya bir şey olursa sana da olur" benzeri tehdit vari sözlerle nadir olmayacak sıklıkta muhatap oluyoruz maalesef. Tabi bunlar şiddete de dönüşebiliyor. Kesin çözüm yeniden bir erdem ve ahlak toplumuna dönmemiz olur. Yani kabullenen, benimseyen, güvenen, karşısındakine güven duyan, değer veren bir yapıya dönüşmemiz gerekiyor. Bu da kısa vadede olacak bir değişim değil.
Yapılması gereken şu. Hekim arkadaşlarımızı böyle saldırılara karşı eğitmemiz lazım. Çalıştıkları ortamın güvenli hale getirilmesi noktasında. Çok önemli bir husus da  yıldırma, pişman etme hali oluşmalı. Yakın zamana kadar şiddet uygulayanlar,  çoğunlukla adli makamlar tarafından serbest bırakılıyor, nadiren tutuklanabiliyorlardı. Bunu yapan kişiler ciddi şekilde ve hemen cezalandırılmaları gerekiyor ki, başıma gelir kaygısı oluşsun diye. Bunların kamuoyuna açıklanması, duyurulması gerekiyor. Amerika'da acil servisinde şahit olduğum bir hususu anlatmak isterim. Orada hekimler ve acil personeli bu konularda ciddi şekilde eğitiliyor. Örneğin "Karşınızdaki hasta ya da yakını konuşurken, konunun tamamlandığını, artık konuşmaya devam etmeyeceğini anlayana kadar ona arkanızı dönmeyin. Yine karşınızdaki konuşurken onu tahrik edecek el hareketleri yapmayın, söz kullanmayın. Hasta veya yakınıyla tereddütlü konuşmayın, kendinizden emin bir şeklide konuşun gibi…". Anladım ki onlar böyle bir eğitimden geçiyorlar. Bu tür bir eğitimi bizim meslektaşlarımıza da verilebiliriz diye düşünüyorum. Ama en önemli çözüm şu: Bir savcı ya da hakim arkadaşa bir kişi bir haksız veya tehditvar davranışa girince nasıl bir karşılık alıyorsa, hekim için de aynısı olmalı.

Hüseyin Turhan-(Eskişehirdenhaber): Hocam röportajın sonuna doğru geliyoruz. Bir sözünüzde "Bilimin öznesi insan, nesnesi varlık" diye bir ifade kullanmıştınız. Buradan şuraya gelmek istiyorum: Dünya iki yıldır pandemi ile mücadele ediyor. Bu virüste bilimin buluşu olan aşı var. İlk sorum hala aşıya şüphe ile bakan bir kesim var ve aşı olmuyorlar. Ne söylemek istersiniz? İkinci sorumda yayılma hızı yüksek Omicron varyantı ile ilgili okuyucularımıza önerileriniz, tavsiyeleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Muzaffer Metintaş : Önce teşekkür ederim bu güzel ve önemli sorunuz için. Aşı; insanlığın bugüne gelmesini, toplumsal yapımızın ve teknolojinin gelişmesini yaşam süresinin uzamasını, sağlıklı çocuklara ve gençlere sahip olmamızı sağlayan insanlığa ait en önemli araçlardan biri. Bunu çok açık dille ifade etmeliyim. Eğer aşılar geliştirilmeseydi salgın hastalıklar bugün ki dünya nüfusunun 1/3'ünü bırakacaktı. Son derece sağlıksız, sakatlık oranı çok yüksek verimli insan olma şansını kaybetmiş nüfusun önemli bir kısmı o hale gelecekti. Aşılar bizim bugünümüzü sağlayan Allah'ın önemli nimetlerinden biri. Aşıya karşı çıkanlar var maalesef. Bu konuda yanlış hatırlamıyorsam bir adalet mensubu tüm aşılar için bir dava açtı. Aşılama mecburiyetini çocuklar dahil kaldırttı. Şimdi aşılar bile çocuklara isteğe bağlı yapılabiliyor. Ben aşı karşıtlarının İstanbul'da düzenlediği bir toplantısına da katıldım. Karşı çıkmaları birkaç gerekçeye dayanıyor. Çok ilginç gerekçeler bunlar. Biri bizim vücudumuza genetik bir cip veriyorlar bizim genlerimizle oynayıp istedikleri hale dönüştürecekler. Böyle bir şeyin tıp teknolojisi ile yapılması mümkün değil. İkincisi yine bazı aşıların genetik materyalle nakledilmesi nedeniyle bunlar bizi kanser yapabilir mi? diye bir endişe var. Bu konuda yüz yıla yakın aşılar kullanılıyor. Milyarlarca insan aşılandı. Sadece Amerika ve Avrupa'da kullanılan polyo aşısı ile ilgili spekülasyonlar üretildi. Bu tartışmada bitmek üzere. Böyle bir kanıt yok. Hiçbir aşının uzun dönemde insan hayatında bir probleme yol açtığı gösterilemedi. Çok daha ilginç görüşler var. Aşı hammaddelerinde domuz ya da alkol olduğu bu nedenle bunun bir Müslümanın kullanamayacağı görüşü ortaya atıldı. Bunların, bir müslüman olarak, İslam ahlakına uymaya çalışan biri olarak son derece saçma, absürt düşünceler olduğunu söylemem gerekiyor. COVID'e gelince, aşı şu anda elimizdeki tek ve önemli silah. Şu nokta önemli. Aşı hastalığın bulaşmasını tam engellemiyor. Ama hastalığın ağır geçirilmesini, hastalığa bağlı ölümleri ve hasta olan kişinin bulaştırıcılık riskini azaltıyor. Bu çok büyük bir olay. Dolayısıyla aşının yararlılığı tartışılmaz bir gerçek. Bir hekim olarak, hastalığı geçirmiş olmama rağmen aşılarımı tam olarak ve zamanı geldiğinde yaptırdım. Bütün okuyucularımıza da aşı olmalarını hararetle tavsiye ediyorum. Dış etkenlere bağlı olarak virüsün genetik yapısı mutasyona uğruyor. Son gelişen varyant Omicron. Omicron Güney Afrika'da gelişti ve erkenden tanımlandı. Omicron bir önceki delta varyantına göre en az 10 misli daha fazla bulaştırıcı. Çok hızlı bulaşıyor, ama bilim insanlarına göre umulan iyi tarafı da şu, akciğerde bölünme hızı daha düşük. Bu nedenle akciğerde oluşturduğu hasar, ölümlerin çoğu biliyorsunuz oradan kaynaklı daha az. Ama güvenli değil, çünkü bulaşan kişi sayısı fazla olduğu için ölüm oranı da buna bağlı artış gösterecek. Kişisel tedbirlerimizi almamız lazım. Bunların en başında maske geliyor.
Maske bugün biraz dikkatten kaçmış durumda. İkincisi, mesafe ve kapalı ortamlarda mümkün olduğunca maskesiz bulunmamamız gerekiyor. Ve aşılarımızı zamanında tam vurulmalıyız. Bu durumda ortaya çıkan hasta sayısını hastanelerimiz kaldırabilir. Hastalığın ağır geçme riski az olduğunda hastanelerimiz hizmet verebilecek ortamlarını temin edebilir. Burada çok önemli bir konunun sağlık otoritesinde olduğunu düşünüyorum. Biz Eskişehir'de yaşıyoruz. Eskişehir'de günlük vaka sayısını doğru bilmemiz gerekiyor. İlan edilmesi gerekiyor. Niçin? günlük vaka sayısı doğru ilan edilirse, insanlar kaygı duyacak ve tedbir alacaklardır. Kendilerini korumaya çalışacaklardır. O sebeple rakamlar doğru ve herkesin duyacağı şekilde ilan edilmeli. Bu benim kişisel düşüncem. Bu tartışılabilir. Çevrede hastanelerde çalışan bizim yetiştirdiğimiz arkadaşlarla konuşmalarımız sonucu bende oluşan bir intiba. Ben Türkiye'deki vaka sayısının önemli oranda yüksek olduğunu düşünüyorum. Sayılar net açıklanmalı ki ne olduğumuz ve nereye doğru gittiğimizi, nasıl tedbirler almamız gerektiğini bilebilelim. Aydınlanmış zihinler doğru davranırlar.
 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--








logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2024

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr