Yıl /1978 sıcak bir Ağustos günü… Eskişehir'in merkez Türkmen Tokat köyünde yaşayan Ersin, nakliye aracına yüklediği buğdayı ofise satmak üzere yola çıkar. Sabahın çok erken saatlerinde şehre ulaşır. Şehrin girişinde, Porsuk Nehri'nin bir kolu olan sulama kanalı vardır. Kanala yaklaşınca, küçük bir kalabalığın ellerini dizlerine vurarak "Ölüyorlar, ölüyorlar!" diye çırpındıklarını görür.
Ersin; oldukça genç, cesur ve yiğit bir delikanlıdır. Elbette böyle bir durumu görmezlikten gelmez. Hemen arabasını kenara çekerek durdurur ve koşarak olay yerine gider.
Kalabalıktan işittiğine göre, bir polis ekip otomobili kanala uçmuştur ve içinde beş kişi vardır. Ersin, bu duruma dayanamayarak elbiseleriyle kanala atlar. Polis otomobili, kanalın içinde ters çevrilmiş bir vaziyettedir ve otomobilin sadece bir tekeri görünmektedir. Ersin, otomobilin kapısını açmak için bir hayli zorlansa da sonunda, Otomobilin kapısını açarak. Otomobilin içindeki polislerin hareketsiz halde, karınları şişmiş ve dillerinin dışarıda olduğunu görür.
Korkunç manzara karşısında soğukkanlılığını kaybetmeyen Ersin, bütün gücünü zorlayarak her bir polisi kanalın dışına çıkarır ve yere yatırır. Acı olan şudur ki, Ersin'e çevredekilerden hiç kimse yardım etmez. Çevredekilerin "Otomobilde beş kişi vardı" uyarıları karşısında, sabah serinliğindeki soğuk kanal suyuna tekrar giren Ersin, söz edilen iki polisi daha arar; ancak bulamaz, beş kişi olduğunu zanneder fakat üç kişilerdir.
Kanaldan çıkan Ersin, hareketsiz yatan ikisi polis memuru, biri sivil olan vatandaşı hastaneye yetiştirilmesi için çevredekilere haykırsa da hiç kimse oralı olmaz, sadece seyretmekle yetinirler. Orada hareketsiz yatan polislerin görünüşleri karşısında soğukkanlılığını kaybetmeyen Ersin, çevredekilere öfkeli bir şekilde "Siz de hiç Allah korkusu yok mu?" diye bağırır.
Olay yerinde otomobiliyle bulunan bir şahıstan, polisleri hastaneye götürmesi için yardım ister. Ancak otomobil sahibi, "Otomobilim kirlenecek" gerekçesiyle polisleri hastaneye götürmek istemez ve oradan uzaklaşır. O yıllarda ne ev telefonu ne de cep telefonu vardır; bu yüzden ambulans bile çağrılamamaktadır.
Çaresizlik ve üzüntü içinde olan Ersin'in dikkatini, o sırada olayı görüp merak ederek yavaşlayan bir MAN kamyonu çeker. Ersin, kamyon sürücüsünden yardım ister. Kamyon sürücüsü bu isteği kabul eder ve kanaldan çıkardığı üç kişiyi, kamyonun kasasına koyularak hastaneye yetiştirilir.
Ersin, polisleri doktorlara teslim ettikten sonra olay yerine döner. Mahsul yüklü olan nakliye aracına biner ve borsaya gider. Gitmesine gider; ancak Ersin sırılsıklamdır. Ersin'i gören borsa görevlileri, onun yaptığı fedakârlığı öğrenince hemen kıyafetlerinden getirerek Ersin'e yardımcı olurlar. Ersin, borsadaki işlerini bitirdikten sonra tekrar hastaneye giderek polisleri ziyaret eder. İkisinin durumu hayati tehlike taşımazken birinin ciğerleri patladığı için acilen helikopterle Ankara'ya gönderildiğini öğrenir. İnsanlık görevini yapmanın huzuruyla köyüne döner.
Doktorların da dikkatini çeken bu acil müdahale sayesinde, ikisi polis biri sivil vatandaşın hayatı kurtulmuştur. Ersin'in gıyabında, ondan "Alnından öpülecek delikanlı" diye söz ederler. Polisler, iki aylık tedavi sonrası taburcu olurlar.
Bu arada, şehrin Vali'si olaydan haberdar olur ve polislerin hayatını kurtaran kişiye ödül vaat eder. Ancak Ersin, o telaşe içinde kimliğini ve adresini kimseye söylememiştir. Bu durumdan faydalanan bir "açıkgöz", kendisinin yardım ettiğini ileri sürerek hak etmediği ödülü alır.
Aradan aylar geçer. Hastaneden taburcu olan polisler, teşekkür etmek için Ersin'i aramaya başlarlar. Uzun uğraşlar sonunda Ersin'i tespit ederler ve köyüne giderler. Hoş sohbet sonrasında polisler, yanlarında getirdikleri birer maaşlarını vererek minnet borçlarını ödemek isterler.
Ersin bu duruma çok üzülür ve parayı kabul etmediği gibi, "Ben insanlık görevimi yaptım. Para için yapmadım," diyerek gönüllerini bir defa daha fetheder. Hazreti Muhammed (sav) Efendimizin, "Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanın hayatını kurtaran da bütün insanlığı kurtarmış gibidir" hadisi şerifini yerine getirerek, takdire şayan bir şekilde bütün insanların sevgisini kazanmıştır.
Değerli okurlar:
"Ersin, yalnızca benim hayatımın en kıymetli insanı değil, aynı zamanda başkalarının hayatı için tereddütsüz kendini ortaya koyan gerçek bir kahramandı. Onun cesareti, iyiliği ve insanlık sevgisi, yalnızca bu dünyada değil, benim kalbimde sonsuza kadar yaşayacaktır. Bu hikâye, onun yüreğinin büyüklüğünü anlatmaya yetmez ama onun adını yaşatmak için küçük bir hatıra olsun."(09.01.2009)
Sevgi ve saygılarımla.
SEVGİ PINARI
Benim eşim yiğit, asil bir kişi,
Sevgi pınarının suyu gibidir.
Sabırda, sebatta hiç yoktur eşi,
Eyüp Peygamber'in huyu gibidir.
Vakarlı duruşu, çatıktır kaşı,
Daima Allah'a şükürdür işi.
Her zaman bol olur sofrası aşı,
Halil İbrahim'in soyu gibidir.
Ezelden alnına çile yazılmış,
Bazı gün ağlayıp, bazen üzülmüş,
Haksızların arasında ezilmiş,
Aslında bakınca dayı gibidir.
Yaza yaza bitiremez kalemler,
Yaslara bürünür bütün kelamlar.
Sıraya dizilir onca elemler,
Dertleri derindir, kuyu gibidir.
Bağrına saplanmış bir derin kama,
Yanarken yüreği, hasrettir sam'a.
Kırılan kalbine yetmiyor yama,
Hani Çin Seddi'nin boyu gibidir.
Bizim için seçti çile yolunu,
Sevgilerle açtı her an kolunu.
Mevla'm mahrum etmez böyle kulunu,
Gönlü ummanların suyu gibidir.
Dost yoluna posttur, hep sevgi dolu,
Garibe, düşküne uzanır eli.
Umarım cennete gidiyor yolu,
Yüreği aslanın payı gibidir.
Daha nice nice halleri vardır,
Bizleri yaratan elbette birdir.
Eşimi anlatmak bir hayli zordur,
Hani çok rakamlı sayı gibidir.
Şerife Gündoğdu
05.04.2010