HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 03 TEMMUZ 2025, PERŞEMBE



Tarihin Coğrafyası: Jared Diamond’un Tüfek, Mikrop ve Çelik’te Eşitsizlik Kuramı

03.07.2025 00:00
Tarihin Coğrafyası: Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik'te Eşitsizlik Kuramı
Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı çalışması, insanlık tarihinin gelişimini,
kültürel üretkenlik ya da bireysel yaratıcılıkla açıklayan yaklaşımları aşarak, tarihsel süreçleri
coğrafi, ekolojik ve biyolojik belirleyicilikler üzerinden yeniden düşünmeye yönelten
bütüncül bir çerçeve sunar. Kitabın temel sorunsalı, tarihsel eşitsizliğin neden bazı
toplumların teknolojik olarak gelişmiş devletler kurabildiğini, neden bazı kültürlerin kıtalar
ötesine yayılabildiğini, buna karşılık bazı toplulukların marjinalleşmiş, işgal edilmiş veya yok
olmuş biçimlerde bugüne ulaştığını sorgulamak üzerinedir. Diamond'un yaklaşımı, bu
eşitsizliği açıklarken doğrudan insana ait yeteneklerden ya da zihinsel üstünlüklerden yola
çıkmak yerine, çevresel ve tarihöncesi koşullara öncelik vererek nedensellik zincirini farklı
bir düzleme taşır.
İnsan türünün ortaya çıkışından bu yana benzer biyolojik özellikler taşıyan bireylerin farklı
coğrafi alanlarda tamamen ayrı tarihsel yollara sapmasının ardında, yazara göre esas
belirleyici olan, tarıma geçişin mümkün olduğu verimli bölgeler, evcilleştirilebilir hayvanların
dağılımı, bitki türlerinin biyolojik çeşitliliği ve bu unsurların birbirleriyle uyum içinde
çoğalmasına imkân tanıyan iklimsel kararlılıktır. Örneğin, Bereketli Hilal olarak bilinen
coğrafya, insanlık tarihinin erken tarım topluluklarını barındırmakla kalmamış; aynı zamanda
bu topluluklara, üretim fazlası yaratabilme, iş bölümünü derinleştirme ve kalıcı yerleşim
birimleri oluşturma gibi avantajlar sağlamıştır. Bu süreç, tarihsel olarak gıda üretiminin
artışına neden olmuş ve nüfus çoğalmasıyla birlikte askerî organizasyonlar, merkezi
bürokratik sistemler ve yazının ortaya çıkışı gibi yapısal dönüşümlerin temelini oluşturmuştur.
Diamond'un analizinde yer alan en çarpıcı başlıklardan biri, mikrobiyal tarih yazımıdır. Evcil
hayvanlarla uzun süreli temas kuran toplumlar, patojenlerle daha erken dönemde karşılaşmış;
bu durum, toplumsal bağışıklık sistemlerinin evrimine yol açmıştır. Böylece, bu toplumlar
zaman içerisinde çiçek, grip, kızamık gibi ölümcül hastalıklara karşı bir tür direnç
geliştirmiştir. Ancak bu patojenlere hiç maruz kalmamış Amerika, Avustralya ya da bazı
Afrika toplumları, bu mikroplarla ilk karşılaşmalarında büyük nüfus kayıpları yaşamış;
kolonizasyonun çoğu zaman biyolojik bulaşma yoluyla mümkün kılındığı dramatik örnekler
ortaya çıkmıştır. Fetihlerin tarihsel başarısı, çoğu durumda mikropların doğal yayılma hızıyla
doğru orantılı bir biçimde şekillenmiştir.
Tüfek ve çelik ise bu tarihsel çerçevede, teknolojik nesneler olarak organizasyonun, bilgi
birikiminin ve üretim fazlasına dayalı uzmanlaşmanın maddi göstergeleri olarak
değerlendirilir. Silah üretimi, madencilik, metalurji ve karmaşık mühendislik sistemleri,
doğrudan bir teknik bilgi birikimini, bu bilgiye erişimi mümkün kılan yazı sistemlerinin,
eğitim modellerinin ve merkezi karar alma yapıların varlığını da zorunlu kılar. Bu noktada,
yazının bilgi aktaran, iktidarların meşruiyetini yeniden üreten, kültürel hafızayı şekillendiren
ve toplumsal sürekliliği inşa eden bir aygıt olduğu görülür.
Kitabın nihai vurgusu, insanlık tarihini biçimlendiren esas gücün, bireylerin eylemlerinden
çok, toplumların üzerinde yaşadığı coğrafyaların, iklimsel değişkenliklerin, biyolojik
çeşitliliğin ve mikrobiyal ekosistemlerin oluşturduğu büyük etkileşim ağı olduğu yönündedir.
Bu yaklaşım, klasik tarih yazımının merkezine yerleştirilen ulusal başarı, kahramanlık ve

mucitlik mitoslarını geri plana iterken; çevresel determinizmin çok katmanlı etkilerini tarihsel
ve sosyolojik açıdan kavranabilir kılmayı amaçlar.
Diamond'un yöntemi, aynı zamanda çağdaş dünya sisteminin eşitsizliklerini anlamlandırmak
ve günümüz küresel adaletsizliklerini tarihsel kökenlerine indirgeyebilmek açısından da kritik
bir öneme sahiptir. Bu yöntemde Batı merkezli ekonomik ve kültürel üstünlük iddialarının
ardında yatan tarihsel süreçleri, askeri ya da siyasi üstünlükleri; bu üstünlüklerin gerisinde,
binlerce yıl öncesinde belirlenmiş olan coğrafi dağılım farklılıkları, gıda üretim sistemleri ve
toplumsal organizasyon biçimleri yer alır. Dolayısıyla, tarihsel eşitsizliklerin anlaşılması, aynı
zamanda çağdaş küresel sorunlara yönelik daha adil ve çok katmanlı analizlerin
geliştirilmesine olanak sağlar.
Jared Diamond'un tarihsel analizinin merkezinde yer alan düşünsel dayanaklardan biri,
tarihsel başarı ya da başarısızlığın esasen coğrafi koşulların sunduğu fırsat eşitsizliklerinden
kaynaklandığıdır. Bu görüş, uzun yıllar boyunca egemen olan kültür-merkezli açıklamaları
doğrudan karşısına alır. Özellikle Avrasya'nın doğu-batı ekseninde uzanması, yazarın
argümanına göre, ekolojik ve iklimsel sürekliliğin tarım teknikleri ile bitki ve hayvan
türlerinin hızlı biçimde yayılmasına olanak tanımıştır. Buna karşılık, Amerika ve Afrika
kıtaları kuzey-güney doğrultusunda uzandığı için iklim kuşakları arasındaki geçişler daha
keskin olmuş, bu da tarım ürünlerinin ve teknolojilerin yayılmasını ciddi ölçüde
sınırlandırmıştır.
Diamond, Avrasya'daki bu yatay eksenli yayılım avantajını, tarımsal üretkenliğin artışıyla,
toplumsal örgütlenme, bilgi aktarımı ve güç yoğunlaşması gibi yapılarla da ilişkilendirir.
Örneğin Çin, Mezopotamya, Avrupa gibi bölgelerdeki yüksek verimli tarım toplumları,
zamanla artı ürün üretmeye başlamış; bu artı ürün, nüfus artışını destekleyerek uzmanlaşma
ve merkezi idare biçimlerinin doğmasını mümkün kılmıştır. Coğrafi determinizm burada
kaderci bir yaklaşımı ima etmez; aksine, tarihsel sürecin çevresel olanaklar tarafından
çerçevelendiğini ve bu çerçevenin her toplum için eşit koşullar sunmadığını gösterir.
Coğrafi avantaj, tarıma uygun toprakların varlığı, evcilleştirilebilir büyük memeli hayvanların
neredeyse tamamının Avrasya kıtasında yoğunlaşmış olması da bu eşitsizliğin bir diğer
boyutudur. At, sığır, koyun, keçi ve domuz gibi hayvanlar besin ve giyim olanağı sağlamış,
yük taşımada, çift sürmede ve askerî hareketlilikte kritik roller oynamıştır. Örneğin Amerika
kıtasında bu tür hayvanların neredeyse hiç bulunmaması, yerli halkların tarımsal üretim,
ulaşım ve savaş gücü bakımından sınırlı kalmasına yol açmıştır.
Diamond'un sunduğu bu yapı, insanlık tarihinin eşitsiz gelişimini biyolojik üstünlük mitinden
kopartarak çevresel koşulların belirleyiciliğine yöneltir. Bu yaklaşım, Batı Avrupa'nın sanayi
öncesi dönemdeki üstünlüğünü Tanrısal takdir ya da ulusal karakterle açıklayan tarih
anlatılarına karşı çıkanbgüçlü bir bilimsel zemindir.
Jared Diamond'un çalışmasında, tarihsel eşitsizliği belirleyen en güçlü etkenlerden biri olarak
mikrobik hastalıkların yayılımı öne çıkar. Bu başlık altında yürütülen tartışma, hastalıkların
sonuçlarına, bu hastalıkların insan topluluklarıyla kurduğu tarihsel ilişkiye ve bağışıklık

sistemlerinin oluşumundaki toplumsal arka plana odaklanır. Yani mikrop, biyolojik bir varlık
ve tarihsel bir aktördür.
Diamond'a göre, tarım devriminin ardından yerleşik yaşama geçilmiş olan bölgelerde
insanlar, yoğun nüfuslu köy ve kasabalarda hayvanlarla sürekli temasta yaşamaya başlamış;
bu durum hayvanlardan insanlara geçen patojenlerin doğal ortamını oluşturmuştur. Özellikle
koyun, keçi, sığır, domuz, tavuk ve ördek gibi evcil türlerle iç içe yaşayan toplumlar, zoonotik
hastalıkların (hayvandan insana bulaşan) taşıyıcısı ve zamanla taşıdığı bu hastalıklara karşı
bağışıklık kazanan ilk insan grupları olmuşlardır. Bu süreç, doğal seleksiyonun yoğun biçimde
işlediği bir bağışıklık evrimi doğurmuştur.
Bu bağışıklık tarihsel olarak, mikrobun fiziksel etkilerinden çok daha büyük sonuçlara yol
açmıştır. Avrasya kıtasındaki toplumlar, çiçek, kızamık, tifo, grip gibi ölümcül hastalıklarla
yüzyıllar süren mücadeleler sonucunda bir tür bağışıklık kalkanı oluşturmuş; hastalıkları
taşıyıcı olarak yeni coğrafyalara ulaştıklarında ise bu mikroplar, bağışıklık sistemleri bu
hastalıklara karşı tamamen savunmasız olan Amerika ve Pasifik adaları gibi bölgelerdeki yerli
toplumlarda kitlesel ölümlere yol açmıştır. Öyle ki, 16. yüzyılda İspanyol fatihlerin Orta ve
Güney Amerika'ya ulaştıkları dönemlerde, askeri çatışmalardan önce yayılan mikroplar, fetih
sürecinin sonuçlarını belirleyen en güçlü etmen hâline gelmiştir.
Örneğin Hernán Cortés'in Aztek İmparatorluğu'nu ele geçirmesi ya da Francisco Pizarro'nun
İnka topraklarını işgal etmesi sırasında, askeri bakımdan sayıca az olan Avrupalılar, kendi
mikropları sayesinde nüfus olarak çok daha büyük olan yerli toplumları sistematik şekilde
çökertmiştir. Çiçek hastalığı bireyleri öldürmüş; siyasi yapıları felç etmiş, yönetici sınıfların
neredeyse tamamını ortadan kaldırmış ve halklar arasındaki güven ilişkisini sarsarak iç
çözülmeyi hızlandırmıştır.
Bu durumda mikrop, silah kadar görünür olmayan fakat devletlerin yapısal bütünlüğünü
çözen, toplumsal hafızayı parçalayan ve kültürel sürekliliği imkânsızlaştıran bir yıkım aracına
dönüşmüştür. Yazar, bu bağlamda mikrobiyal aktarımı tıbbi bir mesele, siyasi, sosyal ve
kültürel bir dinamik olarak ele alır.
Diamond'un yaklaşımı, mikropların doğal yayılımını bir tür tarihsel zorunluluk gibi sunmaz;
aksine bu yayılımın, çevresel koşullara ve toplumsal yaşama biçimlerine bağlı olduğunu
gösterir. Yerleşik tarım toplumlarında büyükbaş hayvanların kullanılmasıyla başlayan bu
biyolojik yakınlaşma, zaman içinde evrimsel düzeyde toplumsal bağışıklık sistemlerinin
oluşmasına yol açmıştır. Bu süreç, göçebe ve dağınık yaşayan topluluklarda
gözlenmediğinden, patojenle ilk karşılaşma anı onlar açısından yok edici olmuştur.
Mikrobiyal etki fetihlerde, daha genel anlamda küresel güç dengesinin inşasında da belirleyici
olmuş, mikroplar tarihsel üstünlüğün biyolojik zemininin inşasında başlıca etken hâline
gelmiştir. Diamond'un çalışması, mikropları geçmişin bir kırılma noktası olarak gösterir,
günümüz küresel sağlık eşitsizliklerinin de tarihsel köklerini anlamak açısından güçlü bir
zemin sağlar.

Jared Diamond'un çalışmasında yazı, iletişim aracı ya da kültürel ifade biçimidir Yazı,
tarihsel olarak toplumsal örgütlenmenin derinleşmesini, karmaşık yönetim sistemlerinin
kurulmasını ve bilginin kuşaklar boyunca kalıcılığını sağlayan yapısal bir eşik olarak
değerlendirilir. Yazı sayesinde bilgi sözlü hafızaya bağımlı kalmaktan çıkar, kalıcılık ve tekrar
edilebilirlik kazanır; bu durum, karmaşık idari yapıların, yasaların, vergi sistemlerinin, inanç
düzenlerinin ve tarihsel anlatıların oluşmasına zemin hazırlar.
Diamond, yazının ortaya çıkışını da coğrafi avantaj ve üretim fazlasıyla ilişkilendirir. Tarım
toplumlarında ortaya çıkan artı ürün, nüfus yoğunlaşmasına ve iş bölümüne yol açmış; bu
süreçte üretim miktarlarını, vergi yükümlülüklerini, mülkiyet ilişkilerini ve siyasi kararları
kayda geçirmek bir zorunluluk hâline gelmiştir. Yazı, bu anlamda bürokratik düzenin
sürekliliği için vazgeçilmez bir araçtır. Mezopotamya'da Sümerlerin çivi yazısını geliştirmesi
ya da Antik Mısır'da hiyerogliflerin idari belgelerde kullanılması, bilgi sistemlerinin siyasal
yapıların derinliğiyle doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
Diamond, yazının bilgi aktarımını kolaylaştırarak teknolojik yeniliklerin, bilimsel bilgilerin ve
stratejik deneyimlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasında da merkezi bir rol oynadığını vurgular.
Bu bağlamda yazıya dayalı kültürlerde biriken bilgi, bireylerin ve bütün bir toplumun kolektif
hafızasını oluşturur. Örneğin, savaş teknikleri, tarımsal yöntemler, su yönetimi sistemleri ya
da hayvan yetiştiriciliği gibi alanlarda yazıya geçirilmiş veriler, deneyimin bir sonraki kuşağa
aktarılmasını sağlar ve bu da toplumun çevresel değişkenlere ya da dış tehditlere karşı
dayanıklılığını artırır.
Buna karşın, yazılı kültürün gelişmediği toplumlar, bilgiyi sözlü aktarımla sürdürebildikleri
için, bu tür birikimi hem daha kırılgan hem de daha yavaş şekilde taşımışlardır. Sözlü kültür,
özellikle karmaşık ve çok katmanlı yapılar gerektiren alanlarda yetersiz kalmış; vergi
kayıtlarının, tarım takvimlerinin, mülkiyet belgelerinin ya da askerî stratejilerin doğruluğu ve
sürekliliği açısından ciddi sınırlamalar doğurmuştur. Diamond'un argümanına göre, bu
eksiklik, siyasal istikrarın kurulmasını ve teknolojik ilerlemenin kurumsallaşmasını büyük
ölçüde zorlaştırmıştır.
Ayrıca yazının ortaya çıkması, egemenliğin ve ideolojinin yeniden üretiminde de etkili
olmuştur. Siyasal iktidarın meşruiyeti çoğu zaman mitolojik anlatılarla ya da kutsal metinlerle
pekiştirilmiş, yazılı yasalar toplumsal düzenin içselleştirilmesini sağlamıştır. Bu bağlamda
yazı, sadece bilgi taşıyan nötr bir araç olmaktan çıkar; güç ilişkilerini yeniden üreten ideolojik
bir çerçeveye dönüşür. Diamond'un çalışmasında bu boyut doğrudan açılmasa da, yazının
siyasal işleviyle ilgili sunduğu tarihsel örnekler, bu potansiyeli düşünsel arka planda açık
biçimde sergiler.
Dolayısıyla yazı, tarihsel süreçlerde kurumsallaşmanın, devletin ve kültürel sürekliliğin
taşıyıcısıdır. Yazı sistemlerinin gelişmiş olduğu toplumlar, bugünü, geçmişi denetleyebilmiş;
böylece tarihin sahibi olma gücünü elde etmiştir. Bu anlamda yazı, geçmişin kaydı ve
geleceğin inşasında belirleyici olan bir bilgi sistemidir.
Jared Diamond'un tarihsel çözümlemesinde çelik; karmaşık üretim sistemlerinin, teknik
uzmanlaşmanın ve siyasal organizasyonların yoğunlaşmasının somut bir çıktısı olarak ele

alınır. Çelik, insan topluluklarının hammaddeden yüksek işlevli araçlar üretme kapasitesini
simgelerken, aynı zamanda bu kapasitenin maddi koşullara, toplumsal yapıların
karmaşıklığına, bilgi aktarımının sürekliliğine ve kurumsal organizasyonun gücüne bağlı
olduğunu gösterir.
Diamond'un temel argümanlarından biri, teknolojinin kendiliğinden ve evrensel olarak
doğmadığı; aksine, tarımsal üretim fazlası, nüfus yoğunluğu, iş bölümü ve bilgi aktarımı gibi
koşulların uygun şekilde birleşmesiyle ortaya çıktığıdır. Çelik üretimi bu anlamda,
madencilikten ergitmeye, metal şekillendirmeden silah yapımına kadar uzanan bir bilgi ve
emek zincirinin ürünüdür. Bu zincirin kurulabilmesi için ise doğal kaynakların bulunması, bu
kaynakları dönüştürebilecek bilgi birikiminin, örgütlü üretim ilişkilerinin ve teknik
uzmanlığın sürekliliğini sağlayacak kurumsal yapının var olması gerekir.
Bu bağlamda çelik, tarihsel olarak bir üretim maddesi, savaş gücü, fetih kapasitesi ve
toplumsal baskı araçlarının temel malzemesi olarak işlev görmüştür. Zırhlar, kılıçlar, mızrak
uçları, kalkanlar ve daha sonra ateşli silahların mekanik parçaları, bu teknolojik sürecin
ürünleridir. Bu silahlar fiziksel üstünlük sağlamış, düşman toplumlar üzerinde psikolojik bir
etkide bulunarak, savaş alanındaki sonucu çok önceden tayin eden bir korku ve caydırıcılık
alanı yaratmıştır.
Diamond, Avrasya toplumlarının diğer kıtalara kıyasla teknolojik olarak daha hızlı
ilerlemesini; büyük nüfuslara sahip, birbirine bağlı, çatışma yaşayan ve bu çatışmalardan
sürekli olarak öğrenen toplumların bulunmasını birincil etken olarak gösterir. Bu tarihsel
süreçte çelik, bir malzeme olarak insan emeğiyle yoğrulmuş, kolektif bilgiyle yön verilmiş,
siyasi hedeflerle işlevselleştirilmiş bir araç hâline gelir.
Örneğin Roma İmparatorluğu'nun lejyon yapısı, Osmanlı'nın cebeci ocakları ya da Çin'in
erken dönem demir teknolojileri, askeri düzenin ve teknolojinin kurumsallaşmasının da
örnekleridir. Bu örnekler, çeliğin siyasal iktidarla doğrudan ilişkisini gözler önüne serer.
Toplumlar çelikle sadece savaşmamış, aynı zamanda çelikle yönetmiş, çelikle üretmiş, çelikle
biçimlendirmiştir.
Çeliğin bu tarihsel işlevi, tarımsal üretimde kullanılan demir sabanlar, sulama kanalları için
gereken dayanıklı kesme aletleri, taş ocaklarında kullanılan kazı makineleri gibi unsurlar,
toplumsal üretim kapasitesinin artmasında belirleyici olmuştur. Dolayısıyla çelik, hem
yıkımın hem üretimin, hem ölümün hem de örgütlü yaşamın taşıyıcısıdır.
Diamond'un çerçevesinde çeliği tarihsel anlamda anlamlı kılan unsur, onun toplumsal bir
üretim nesnesi olmasıdır. Bu üretimin sağlanabilmesi için toplumun belirli bir düzeyde
örgütlenmiş olması gerekir. Hammadde tedarik zincirinden işgücü dağılımına, teknik bilginin
aktarımından savaş stratejilerine kadar uzanan çok katmanlı bir yapı söz konusudur.
Dolayısıyla çelik, insanlık tarihindeki teknik bir gelişme ve bu gelişmeyi mümkün kılan
siyasal, ekonomik ve kültürel yapıların kristalleşmiş hâlidir.
Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eseri, insanlık tarihindeki eşitsizlikleri
açıklarken uzun süre hâkimiyet kurmuş olan kültürel üstünlük, bireysel deha ya da ırksal

farklılık gibi indirgemeci yaklaşımları dışlayarak, bu eşitsizlikleri çok katmanlı ve karşılıklı
etkileşimli çevresel süreçler üzerinden analiz etmeye yönelir. Bu yaklaşım, tarihsel olayların
açıklanmasıyla birlikte tarihsel nedensellik kavrayışında bir paradigma değişikliğine işaret
eder. Diamond'un önerdiği model, insan toplumlarının gelişimini coğrafi, biyolojik,
teknolojik ve siyasal unsurların birbirini belirleyici ilişkileri çerçevesinde değerlendirir.
Bu modelin temel dayanak noktası, toplumların evriminin başlangıç koşullarındaki coğrafi
avantajlara dayanmasıdır. Tarıma geçiş süreci, evcilleştirilebilir hayvan türlerinin sayısı,
besleyici bitkilerin mevcudiyeti ve bunların belirli kıtalarda yoğunlaşmış olması gibi unsurlar,
tarihsel gelişme potansiyelini coğrafi anlamda dağıtır. Bu dağılım eşitlikçi bir yapıya sahip
olmadığından, insanlığın tarihsel ilerlemesi de eş zamanlı ve eşit düzeyde gerçekleşmez.
Diamond bu noktada, Avrasya kıtasının doğu-batı ekseninde uzanmasının tarımsal bilgi ve
ürünlerin daha hızlı yayılmasına olanak tanıdığını; buna karşılık kuzey-güney eksenli kıtaların
iklim farklılıkları nedeniyle bu yayılıma direndiğini ileri sürer. Böylece gelişmişlik tarımın
varlığına ve onun coğrafi olarak nasıl yayıldığına da bağlı hâle gelir.
Coğrafi avantajla başlayan bu tarihsel birikim, toplumların daha kalabalık ve yerleşik hâle
gelmesini, bunun sonucunda artı ürün üretimini, iş bölümünü ve yönetim yapılarını doğurur.
Bu yapılar içinde mikroplarla kurulan uzun vadeli temas, başka bir tarihsel asimetri yaratır:
yerleşik tarım toplumları, evcil hayvanlardan geçen hastalıklarla erken dönemde karşılaşır ve
zamanla bu hastalıklara karşı bağışıklık geliştirir. Bu bağışıklık, başka toplumlarla
karşılaşıldığında onları zayıflatan biyolojik bir üstünlük biçiminde işlev görür. Bu biyolojik
eşitsizlik, özellikle Amerika kıtasındaki yerli toplulukların büyük ölçekte ölümüne, siyasal
yapılarının çözülmesine ve kültürel süreksizlik yaşamalarına neden olmuştur.
Yazının ortaya çıkışı ve kurumsallaşması, bu eşitsizliğin zihinsel ve yönetsel boyutunu inşa
eder. Yazı, bilginin bireyden bireye aktarılmasını; kuşaklar arası sürekliliğini, bürokratik
hafızanın oluşmasını ve toplumsal kontrol mekanizmalarının istikrarını sağlar. Yazılı
toplumlar, karmaşık yönetim sistemlerini daha etkili kurabildikleri gibi, tarihsel deneyimi de
sistematik biçimde devredebilir. Bu birikim, teknolojik gelişmeleri sürdürülebilir ve geniş
ölçekli hâle getirir.
Çelik, bu sürdürülebilirliğin ve teknik yoğunlaşmanın sembolü olarak, üretim gücünün askerî
kapasiteye dönüşümünde merkezi bir rol oynar. Silah teknolojisinin gelişimi, savaşların
kaderini belirlemekle kalmaz; imparatorlukların kurulması, diğer toplumların boyunduruk
altına alınması ve kaynakların geniş ölçekli denetimi açısından da stratejik bir araç hâline
gelir. Bu süreç, teknik bilgiyle; onu örgütleyebilecek toplumsal ve siyasal sistemlerle
mümkündür. Bu anlamda çelik, Diamond'un tarihsel eşitsizlik kuramında hem bir sonuç hem
de bir araç olarak konumlanır.
Diamond'un yöntemi, bu etkenleri bir bütünlük içinde düşünür. Her biri bağımsız bir
açıklama düzlemi sunmak yerine, birbirini tamamlayan ve destekleyen katmanlardır.
Coğrafya, mikrop, yazı, çelik gibi bileşenler, tarihsel gelişmenin birbirini doğuran
aşamalarıdır. Bu modelin özgünlüğü, insan eylemini tamamen dışlamadan ama onu
mutlaklaştırmadan anlamlandırmaya çalışmasıdır. İnsan, burada bir aktör olarak vardır; fakat

bu aktör, doğal çevreyle kurduğu ilişki içinde şekillenmiş, tarihsel olarak sınırlandırılmış ve
belirli olanaklarla çevrelenmiştir.
Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabı, insanlık tarihinin teknik ve biyolojik belirleyicilerine ilişkin
bir analiz sunarak, tarih yazımında kavramsal genişleme ve nedensellik kurma biçiminde bir
dönüşüm yaratır. Diamond'un yaklaşımı, eşitsizliğin doğallaştırılması yerine, onun tarihsel
olarak inşa edilmiş çoklu dinamiklerini ortaya koyarak hem geçmişe yönelik açıklayıcı hem
de günümüze dair düşündürücü bir çerçeve hazırlamıştır.
Burcu BOLAKAN / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--





logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr