HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 22 OCAK 2025, ÇARŞAMBA

AĞAÇLI YOL

Eskişehirdenhaber Net'e 17 Ocak 2025 tarihi itibariyle bir öyküm ile katıldım. Kalemin gücüne inanan kıymetli yazarların yanında öykülerim ve deneme yazılarım ile yer alacağım için mutluyum, kıvanç dolu hissediyorum. Eskişehirdenhaber  Net'e çok teşekkür ediyorum ve yazılarımı siz değerli Eskişehirdenhaber  Net okuyucularının takdirlerine sunuyorum.
 
17.01.2025 00:00
Hatırlatan Camii'nin hocası Hüccet Bey ile Eski Yazma Eserler Müdürü Muştu Bey ağaçlı yolda günün mühim haberlerinden bahsederek yürüyorlardı. Hafız Nuri Bey'in deniz kenarındaki villası her ikisinin de ilgisini çekmiş olmalı ki bu konunun bahsi açılınca epey uzadı. Muştu Bey kollarını belinin arkasına dolamış, ellerini birbiri üzerine koymuştu. O konuştukça lacivert ceketinin ön kısımları hareketleniyor, Muştu Bey'in o devasa göbeği gün yüzüne belirgin bir şekilde çıkıyordu.
''Ne villa ama görmelisin Hüccet Hocam,'' dedi. Yüzü al al olmuş o iri gözleri daha da büyümüştü.
Hüccet Hoca ikindi ezanını okuması için camiye Müezzin Hasan'ı bırakmıştı. ''Ben gelemezsem sen namazı da kıldırıver,'' diyerek delikanlının kulağını tatlı sert bir şekilde büktü. Ne zaman Müezzin Hasan'dan bir istekte bulunsa ya da yapmasını istediği bir iş olsa önce anlatır, sonra da kulağını bükerek ''Anladın mı len?'' diye göz kırpardı. Müezzin Hasan iyi niyetli belki başkasına göre biraz safça ama aslında insan sevgisiyle dolu, kötülüğün aklına hiç uğramadığı bir gençti. Hasan'a göre Hoca Hüccet âlim bir kimseydi ve onun dediğini yapan insan çok büyük sevaba girerdi. Hem bu adamın her dediği o kadar doğru ve insanların yararınaydı ki ona ''Hayır!'' demeyi aklının ucundan bile geçirmezdi. Hasan ikindi ezanını okumak için minareye çıkarken Hüccet Hoca, Muştu Bey ile sohbeti adamakıllı koyulaştırmıştı.
Ağaçlı yolun ortasına geldiklerinde Hüccet Hoca durdu. İki mağaza ötede Ressam Korkut'un atölyesi vardı. Muştu Bey başıyla işaret ederek ''Hâlâ uğraşıyor mu bu seninle?'' diye sordu.
Hüccet Hoca alı al moru mor olmuş öylecene yalı kavağı gibi kalakalmıştı yolun ortasında. Ne ileriye adım atabiliyor ne de geriye gidebiliyordu.
''Ne zaman bu herifin atölyesinin önünden geçsem afakanlar basıyor beni,'' dedi. Başındaki kasketi geriye itip ''Uğraşıyor ya uğraşmaz mı? Şimdi de lojmanda oturmamıza taktı. Neymiş efendim biz lojmanda oturmamalıymışız. Aslında hiçbir memur lojmanda oturmamalıymış. O lojmanların hepsinde fakir fukaranın hakkı varmış. Bunun yüzünden camiye gelenler de azaldı. Dinden soğutuyor kafir insanları.''
''Hocam ondan mı ikindi namazının kılınacağı vakit ağaçlı yolda benimle yürüyorsun? Az insan geliyor değil mi?''
''Mısırlı Camii'ne dadandığından bizim camiden haberin yok. Sinek avlıyoruz, şey yani bir ya da iki kişi geliyor.''
''Hocam sen onu bunu bırak da şu Rıfat denen adamın nasıl bizleri sattığına bak.''
Hüccet Hoca tam Muştu Bey'e cevap verecekti ki Ressam Korkut atölyesinin önüne çıktı. ''Haydut herif! Pis mendebur,'' diye söylendi Hüccet Hoca.
Ressam Korkut, Muştu Bey ile Hoca Hüccet'i görmüştü. Hiç sevmezdi onları, ilçede haklarında bin bir şey söylenirdi ama ispat etmeye gelince herkes korkar, sorumluluk almaktan kaçardı. En son belediye ile iş birliği yaptıklarını milletin arsalarını el altından sattıklarını biliyordu. Elbet bir gün bu adamların suçlarını ispat eden biri çıkacaktı tabii o güne değin tüm ilçeyi satmazlarsa. Ressam Korkut sigarasını yakıp derin bir nefes aldıktan sonra sevimsiz ikiliye kötü kötü baktı. İçine çektiği dumanı dışarıya bırakırken Korkut'un atölyesinin az ötesinde donup kalmış adamlar zorlanarak adım attılar. Korkut aslında bu adamların gölgelerinden korktuklarını biliyordu da ondandır çok da eğleniyordu. Bir adım atarak kaldırımın üzerinde ilerledi. Hoca Hüccet ile Muştu Bey boncuk boncuk terliyordu. Hoca Hüccet'in ayakları birbirine dolanıyor, ressamın kendilerine sataşmaması için dua ediyordu. Yok canım bu iş böyle olamazdı. Hemen kendine bir koruma tutmalıydı. Günden güne bu ilçede can güvenliğini korumak güçleşmişti. Yalnız ilçedeki insanların nazarından kaçmayacağını düşündü, zaten üç katlı evinin dördüncü katının inşaatına başladığı sırada kulağına bazı dedikodular gelmişti. İnsanlar paranın kaynağını merak ediyordu. Hoca Hüccet kendi de çalışıyordu, lojmanda oturduğu için kira derdi yoktu, hanımı da hocaydı, birlikte iyi geçiniyorlar ve para biriktiriyorlardı. Böylelikle yapmıştı aldığı bir arsa üzerine o dört katlı evi. Ara sıra gelen hediyeleri kabul etmemek olmazdı. Sonra insanlar onların kibirli olduklarını, getirdikleri hediyelere tenezzül etmediklerini sanırlardı. Allah'a çok şükür dört kat evi, arabası, iki arsası vardı. Bir de yazlığı olsa ne güzel olacaktı ama o da olurdu neden olmasın? Ressam Korkut adamların yüzlerine bakarak yüksek sesle ''Hoca Efendi namaz vakti değil mi?'' diye höykürdü. ''Bak ben işimin başındayım sense ağaçlı yolda yürümedesin.''
İki adam ressamın dediğini duymuyormuş gibi yapıp yürümeye devam ettiler. ''Kim bilir arkamızdan neler söyleyecek?'' diye çemkirdi Muştu Bey, ''Eski Yazma Eserler Müzesi'nin tadilatına kafayı takmış. Efendim daha iki yıl önce tadilat görmüşmüş, şimdi ne gerekmiş yeniden tadilata. Bu hem boşuna bir masraf sayılırmış ki yine vatandaşın kendisine yükmüş.''
Hoca Hüccet olduğu yerde durdu, gerindi. Kollarını öne doğru biraz uzatıp vücudunu esnetmeye çalıştı. ''Yahu bırak şimdi şu densiz ressamı,'' dedi. ''Mehmet Efendi'yi arayalım, ne zamandır ikimizi yemeğe götürmek istiyordu. Sürekli erteliyordum. Adamcağız yanlış anlayacak. Bizim onun yemeğine tenezzül etmediğimizi düşünecek. Günaha giriyoruz vallahi. Bilmeden, istemeden kalp kırıyoruz.''
''Olur olur arayalım. Yemeğe çıkmak iyi bir fikir.''
Hoca Hüccet telefonunu cebinden çıkarıp Mehmet Efendi'nin numarasını tuşladı.
***
Cenk hafta sonu dedesini ziyarete gitmişti. Birlikte kahvaltı etmişlerdi, babası Ali de o hafta sonu dedesinin ziyaretine gelmişti hem babasıyla hem de dedesiyle gönlünce dertleşme olanağını buldu. Cenk tüm öğleden sonrası evden çıkmamıştı, dedesiyle ve babasıyla birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
''Biraz sonra dışarıya çıkıp arkadaşlarımın yanlarına uğrayıp hâl hatır sorsam iyi olacak,'' diye söyledi babasına. Cenk gitmezse arkadaşlarının kırılabileceğini biliyordu.
''Bursa'ya dönmeden benim de uğramam gereken yerler var,'' dedi babası. ''Birlikte çıkalım, biraz bekle namazımı kılayım, sonra çıkarız.''
Cenk babasını beklerken Mehmet dedesinin telefonu çaldı. Yaşlı adam yerinden kalkıp televizyonun üzerindeki telefonu aldı.
''Hoca Hüccet arıyor,'' diye mırıldandı telefonu açtı.
''O hocam merhaba.''
''Mehmet Efendi Merhaba. Nasılsın bakalım?''
''Sağlığına duacıyım hocam, iyiyim çok şükür. Siz nasılsınız? İkindi namazını kılmak için camiye gelemedim hocam. Bursa'dan torunla babası geldi.''
''O önemli değil Mehmet Efendi. Günler saatler bitmedi ya. Elbet gelirsin bir vakit. Hem bizim bir yere kaçtığımız yok. Görevimizin başındayız çok şükür. Bak ne diyeceğim Mehmet Efendi.''
''Buyur hocam, dinliyorum.''
''Muştu Beyefendi ile şu anda müsait bulunuyoruz, senin yemeğe gitme teklifine olumlu bir yanıt veremediğim için üzülüyordum. Hem sana bu mutluluğu yaşatmak ve hem de kendi vicdanımızı rahatlatmak maksadıyla kabul ediyoruz. Biz seni ağaçlı yolun başında bekleriz. Bir de Müdür Osman Bey'i çağıralım diyoruz. Kıymıkoğulları Lokantası'na gidelim diye kararlaştırdık. Hadi bakalım şimdi çık istersen de gel yanımıza ancak gideriz.''
''Tamam hocam hemen geliyorum.''
Cenk dedesine ''Hayırdır dede?'' diye sordu ''Ağzı epeyce kalabalık bir adam sanırım. Ne istiyor?''
''Oğlum Hoca Hüccet aradı. Birlikte yemeğe gideceğiz. Hadi babana da söyle çıkalım, birlikte gidelim.''
''Bırak dede ya, hiç sevmiyorum ben o adamı.''
''Oğlum sakın öyle söyleme günaha girersin. Kendisi pek bir kıymetli kişidir.''
Cenk baktı ki dedesini ikna edemiyor, babasının yanına giderek henüz namazını bitirmiş olan Ali Bey'e durumu anlattı. Ali Bey öfkelenmişti, ''Yine mi?'' diye söylendi. Hemen dışarıya çıkmak için paltosunu giymeye çalışan babasının yanına gitti, fikrini söyledi.
''Baba geçen ay gitmemiş miydin sen bu adamlarla yemeğe?''
''Geçen ay mıydı Ali? Bana çok uzun zaman önceydi gibi geliyor.''
''Gitme baba, bırak şu adamları. Birlikte çıkar geziniriz. Göl kenarına gideriz, sonra da evimize döneriz.''
''Olmaz oğlum şimdi çok mahcup olurum, gitmem gerekiyor.''
''Ben gelmiyorum baba, sen Cenk'i al git. Kıymıkoğulları Lokantası pahalı bir yerdir. Paran var mı?''
''Var oğlum sen merak etme.''
Cenk'le Mehmet Bey evden ayrıldı. Sokağa çıktıklarında ılık bir aralık ayı günü yaşanıyordu. Cenk dedesini koluna girerek yürümeye başladı. Biraz sonra karşılaşacağı iki adamı pek sevmezdi. Hatta onları gördüğünde canı konuşmak dahi istemiyordu. Ah bu dedesi, onu kıramamak!
Ağaçlı yolun başında Hoca Hüccet, Müdür Osman Bey, Muştu Bey bekliyordu. Cenk ile dedesini görünce Muştu Bey'in yüzünde yılışık bir gülümseme peyda oldu.
''Biraz daha bekleyelim de yazı işlerinden Fatih Bey de gelecek,'' dedi.
Cenk düşünmeye başladı. Adamların sayısı dört olmuştu, dedesi altı üstü emekli bir adamdı, bir de bir kira geliri vardı o kadar. Bütün bir maaşını lokantada bırakırsa babaannemin ilaçlarını kim alacak diye söylendi. Adamların akşam olmak üzereyken dışarıda yemek istekleri belirmişti. Ah dede ah! Ne çok seversin insan gönlü yapmayı dedeciğim. Ama bunlar yanlış adamlar. Şunlara bak her birinin gözleri feldir feldir bakıyor, diye düşünüyordu. İçi sıkılıyordu. Keşke şu anda masum dedesini bu adamların içinden çekip çıkarsa, kaçırıp götürebilseydi. Fatih Bey de gelince ''Tamam,'' dediler, ''gidebiliriz.''
Kıymıkoğulları Lokantası'nın en güzel köşesinde bulunan masaya geçtiler. Cenk dedesiyle yan yana masanın uç tarafına oturmuştu. Eline yemek listesinin yer aldığı siyah deri kaplı defteri alıp incelemeye başladı. Fiyatları görünce afalladı. Bu lokantaya galiba en son üç yıl önce gelmişti. Kafasından hemen bir hesap yaptı. Nereden baksan bir kişi bin beş yüz lira hesap ödeyecekti. Bu durumda dedesinin bu hesabın altından kalkabilmesi mümkün görünmüyordu. Kara kara düşünüyor, vücudunu ter basıyordu.
Hüccet Bey, Muştu Bey, Fatih ve Osman Bey önden çorbalarını sipariş edip ana yemeğe daha sonra karar vereceklerini söylediler. Yemek yenirken Fatih Bey ile Hüccet Bey derin bir sohbetin içine girdiler. Kendilerinden başka onları anlayabilen olmadığı için diğerleri de kendi âlemlerine içlerine daldılar. Muştu Bey de Osman Bey'e ilçede yapılan yeni binalarla ilgili sorular soruyordu. Cenk bu konuşmaların ne manalara geldiğini anlıyor, ince hesapların her birini görebiliyordu. Adamlar keyifliydi, bir yandan yiyor bir yandan konuşuyorlardı. Cenk olduğu yerde giderek daha da sıkılıyor, vücudu geriliyor, başı ve sırtı terliyordu.
Cenk dedesinin kulağına adamların duymayacağı şekilde fısıldadı, ''Dede masaya durmadan yemek geliyor. Bu hesap ağır olur söyleyeyim sana. Yanında ne kadar para var?''
''Dört bin lira oğlum. Yeterli o para sen merak etme.''
''Ah be dedeciğim ah! Hep gittiğiniz lokanta değil burası. Hiç yeter mi? Neyse dede tamam ben hallederim.''
Tatlılar da yendikten sonra çaylar geldi, adamlar konuştukça konuşuyordu. Ülke gündeminden ve dünyanın geleceğinden bahsedilirken Cenk ayaklandı. Bir yandan da yüksek sesle ''Ben gideyim de hesabı ödeyeyim,'' dedi. Bunu söylerken adamlardan birinin ''Ben de geleyim, hesabı paylaşalım,'' diyeceğini umdu. Ama hiç kimseden çıt ses çıkmadı. Onlar konuşmalarına kaldıkları yerden devam ederken Cenk de kasaya doğru yöneldi.
Hesap on üç bin beş yüz lira tuttu. Kartlarının limiti yeterli olmadığından Cenk hesabı iki karttan geçirerek ödedi. Mehmet Bey cebindeki dört bin lirayı torunu istemese bile zorla eline sıkıştıracak olsa da ödediği bu hesap Cenk için çok yüksekti. Bu adamlardan bir kez daha nefret etti. Masada oturan dedesinin masum çehresini süzdükten sonra yanına gitti. Dedesine elini uzattı. Masadaki beyefendilere bakmadan ''Babam aradı, bizim gitmemiz gerek,'' dedi.
Cenk ve dedesi Kıymıkoğulları Lokantası'ndan ayrıldı. Masada oturmaya devam eden beyefendiler müessesenin ikramı olan ikinci çaylarını yudumlarken Mehmet Bey'in iyi bir insan olduğunu ama torunu Cenk'in güven vermeyen fırıldak bir tip olduğunu konuşuyorlardı.

 
Burcu BOLAKAN / diğer yazıları
•AĞAÇLI YOL 17 00:00:00.01.2025
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--







logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr