HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 07 NİSAN 2025, PAZARTESİ


"YOKSULLUĞUN SESSİZ ÇIĞLIĞI"

Köşe yazarımız "KNORR BULYON-Gerçek bir hayat hikayesi"nden yola çıkarak bu yazıyı kaleme almıştır.
 
22.03.2025 00:00
Anılar, anılar, öyle bir duygu dur ki insanı bazen mutlu kılar, bazen hüzünlere boğar, bazen de düşündürür. Daha doğrusu insanı halden hale sokar. Birer hayat tecrübesidir. Her hatıra da hayata dair her şey gizlidir onun içinde.

Gelelim sözün özüne, anıların konuştuğu anı demetine... Anı demeti dedimse bu anlatacağım anının içinde bir demet hüzün saklı. Şimdi bu anılar konuşacak, biz susacağız ve yaşadığımız anılardan ders çıkaracağız.

Bundan on yıl kadar önceydi... Bir tanıdığımızın genç yaştaki oğlu amansız bir hastalığa yakalanarak vefat etmişti. Biz de cenazeye bazı mazeretlerden dolayı gidememiştik.

Aradan bir ay kadar zaman geçmişti, eşimle birlikte geçte olsa başsağlığı ziyaretine giderek acılarını paylaştık. Aile bir taraftan oğullarının yasını tutuyor diğer taraftan da yoksullukla mücadele ediyordu.

Orada bir müddet ailenin acılarını paylaştıktan sonra aynı ailenin evli olan kızının evine gitmek için aileden müsaade isteyerek onların da acılarını paylaşmak için yola koyulduk. Evleri yakındı, birbirine vefat eden genç oğul'un annesi Ayşe teyze de bizimle gitmek isteyince hep beraber kızının evine giderek orada onlarında acılarını paylaştıktan sonra tam oradan ayrılmak üzereyken, birden kapı çaldı, eve gelen evin oğlu Mustafa'ydı.

Mustafa eve gelir gelmez birden bire bütün aileye yeni bir hüzün çökmüştü sanki. Bir ölüm haberi almış kadar üzülüyorlardı. Bizde haliyle bu olaydan etkilenerek merak ettik, "hayırdır kötü bir haber mi aldınız?" diye sorduğumuzda önce söylemek istemediler, fakat daha sonra biz ısrarla "lütfen üzüntünüzü bizimle paylaşın belki size bir faydamız dokunur" deyince bizimle kızının evine gelen Ayşe teyze bize ağlayarak utana sıkıla üzüntülerinin nedenini anlattı.

Ayşe teyzenin kızı ve damadı akli dengeleri yerinde olmasına rağmen ikisi de bedenen özürlüydüler, oğulları Mustafa sağlıklı bir gençti, kendi imkânlarıyla sanayide bir dükkânda haftalık ücret alarak ailesinin geçimini sağlıyormuş. Meğer Mustafa üç ay önce işten çıkarılmış hak ettiği haftalığını da uzun zamandır alamamış. Zaten günlük zar zor ayakta durmaya çalışan bir aile iken elde avuçta hiçbir şey kalmıyor.

Bu arada Mustafa haftalardır iş arıyor fakat her eve gelişinde eli boş geliyor, bu yüzden de her gün üzüntüleri günden güne artıyormuş. Mustafa ve ailesi üç gündür pişirecek hiçbir şeyleri olmadığından, tencerede kaynayan suyun içine bir adet KNOR BULYON atarak o kaynayan suyu çorba niyetine içtiklerini, artık dayanacak güçlerinin kalmadığını anlatan Ayşe teyze gözyaşlarına boğulurken benim de yüreğim de fırtınalar kopuyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, içim içimi yiyordu.

Adeta o güne kadar hiç kimsenin onların halini sormadıkları gibi onlarda hiç kimseye dertlerini söylememesi dayanılır gibi değildi. Aylardan Ramazan ayı ve birçok insanın sofrasında kuş sütü bile eksik değilken KNOR BULYON çorbası ile oruç tutuyor, iftar ediyorlardı.

Alev alev yanan yüreklerin sessiz çığlıklarını dinledikten sonra bütün gücümü toplayarak Mustafa'nın yanına yaklaşarak "yavrucuğum ben senden dürüst çalışacağına dair bir söz istiyorum, eğer bizi mahcup etmezsen bir iş sahibi olman için elimizden geldiği kadar sana yardımcı olacağız" dedim, çünkü anne ve babasını tanıyor ama Mustafa'yı fazla tanımıyorduk.

Mustafa'dan bizi mahcup etmeyeceğine dair söz aldıktan sonra, artık bizimde oradan ayrılma vaktimiz gelmişti. Çünkü bir gün önceden kendisi fabrikatör olan bir dostumuz  bizi iftar yemeğine davet etmişti. Davete icabet etmek için eşimle birlikte müsaade isteyerek oradan büyük bir üzüntü içinde ayrıldık.

Fabrikatör dostumuzun evine ilk defa gidiyorduk, dostumuz bizi evine kendi arabasıyla götürürken yol boyunca bize şu dükkân benim bu mağaza benim diyerek öyle çok yer gösterdi ki maşallah neredeyse şehrin yarısı onlarındı. Allah dostlarımıza daha çok versin ama benim aklım hep o yoksul ailenin işsiz oğlu Mustafa'ya nasıl bir iş bulabilirim, yoksul aile gözümün önünden gitmiyor hep onları düşünüyor yüreğim kan ağlıyordu.

Biz şimdi zengin sofrasında iftar yapacağız o yoksul aile de içinde hiçbir dane olmayan suyu çorba diye içeceklerdi. Üstelik birde oruç tutuyorlardı. Sonunda ilk defa nasip olduğumuz dostlarımızın evlerine geldik, ev dedim ya o bizim bildiğimiz evlerden değildi, hani saray yavrusu derler ya işte öyle bir şeydi. Birde ne görelim üç ayrı yemek masası öyle bir donatılmış ki tıpkı lüks bir otelin açık büfesi gibiydi. Evde üç tane hizmetçi vardı, neyse beklenen iftar saati gelmişti ve hepimiz oruçlarımızı açtık şimdi ben içim kan ağlarken nasıl yiyecektim o yemekleri , gözyaşlarımı tutmak için kendimi zorlaya zorlaya birkaç lokma yemeye çalıştım. Fakat her lokma sanki boğazıma diziliyordu. Yüreğime akıttığım gözyaşlarım sele dönmüştü. Oruç olmama rağmen hiç yemek yiyemiyordum, evin hanımı benim yemediğimi fark edince "neden yemiyorsunuz?" diye sorunca biraz midem de rahatsızlık olduğunu bu yüzden yavaş yavaş yediğimi söyledim.

Elimden geldiğince o güzel insanlara yüreğimde kopan fırtınaları belli etmemeye çalışıyordum, bin bir zahmetle hazırlanmış dostlarımızın bu yemek daveti içlerine sinmeliydi onları üzmeye hakkım olmadığını düşünüyordum. Nezaketsizlik olmasın diye arada bir birkaç lokma alarak yemek faslını bitirdik. Diğer misafirlerle birlikte kahvelerimizi çaylarımızı içtikten sonra artık veda vakti gelmişti. Diğer misafirlerle birlikte hep beraber biz de kalktık, ev sahibi dostlarımızla vedalaşırken küçük bir işaretle bizim biraz daha orada kalmamızı ima edince biz mecburen diğer misafirler gittikten sonra orada dostlarımızla birlikte kaldık.

Evin sahibi dostumuz direk bana doğru dönerek, "Şerife hanım akşamdan beri çok dikkatimi çekti hiç yemek yemediniz, sanki yüreğinizde fırtınalar kopuyor gibiydi, sizin büyük bir sıkıntınız var gibi, lütfen bizimle paylaşır mısınız" dedi. "Ya Rabbim!" dedim, nasıl söyleyeceğim, anlatmak istemiyordum fakat ne kadar uğraştımsa da gözyaşlarıma hâkim olamadım, gözyaşlarım bütün engelleri aşarak taşmıştı taşacağı kadar. Dağılmıştım iyice, "Lütfen "Şerife  hanım" dedi "biz sizin dostlarınız değil miyiz, lütfen anlatın" deyince biraz sakinledikten sonra "evet" dedim, "anlatacağım ama anlatmadan önce sizin bize bir söz vermenizi istiyorum, beni dinledikten sonra bize yardımcı olacağınıza inanıyorum, zaten inanmasam siz bizim dostumuz olmazdınız" diyerek söze başladım; "biz buraya ilk defa geldik, elimden geldiğince belli etmemeye çalıştım, fakat siz benim kalbimi nasıl okudunuz?" diye sorduğumda "Hayır Şerife hanım, ben okumadım elbette bir okutan var, lütfen anlatın" dedi.

Ben de "biz buraya gelmeden önce başka bir dostumuzun evine taziyeye gittiğimizi, genç ağabeyinin ölüm acısından daha çok yoksulluğun ve işsizliğin verdiği acının onları yakıp kavurduğu ve üç gündür Ramazan ayı olmasına rağmen sofraya koyacak bir şeyleri olmadığından sadece tencerede kaynayan suya bir knor bulyon tableti atarak onu çorba niyetine içtiklerini anlatırken dost kardeşlerimizde son derece duygulanmışlardı kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde bir anda konuşmamızın yeri sessizliğe bürünmüştü. Bir müddet sonra  ev sahibi dostlarımıza  sordum "eğer siz benim yerim de olsaydınız benim gördüklerimi görseydiniz, yaşadıklarımı yaşasaydınız bu yemekler sizin boğazınızdan geçer miydi?". Duyarlı dostumuz bana doğru dönerek "söyleyin o delikanlıya bir hafta sonra fabrikaya gelsin iş başvurusunda bulunsun" dedi.

"Hayır hayır, onların bir hafta daha dayanacak güçleri yok mademki bana anlattırdınız yarın sabah o genci fabrikada işe başlatmanızı rica ediyorum, bizi kırmayacağınızı ve çok duyarlı olduğunuzu biliyorum" deyince duyarlı dostumuz "sabah erkenden fabrikaya gelsin, hemen işe başlasın" dedi. Ben bu duruma inanamıyordum, bu kadar kısa sürede bir mucize olması beni çok şaşırmıştı. Hemen telefona sarıldım ve yoksul ailenin oğlu Mustafa ya müjdeli haberi verdiğimde Mustafa telefonun öbür ucunda ben bir ucunda ikimizde sevinç gözyaşlarına boğulmuştuk. Eşimle ben fabrikatör dostlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunarak oradan ayrıldık.

Ertesi gün Mustafa gönlü güzel dostlarımızın sayesinde fabrika da hemen işe başladı. Fabrika sahibi Mustafa'ya eğer isterse hafta sonu da gece fabrika bekçiliği yaparsa Mustafa'ya çift maaş vereceğini söylediğinde Mustafa sevinçten ne yapacağını bilememişti. Yeter ki iş olsundu, Mustafa yirmi dört saatte olsa çalışacaktı. Mustafa çok özverili çalışarak çift maaş alarak ailesini yoksulluktan kurtardı. Eşim ve Ben yoksul bir ailenin en zor anlarında onlara yardımcı olarak yoksulluktan kurtulmalarına vesile olmanın mutluluğunu yaşadık.

İki cihan güneşi sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) efendimizin bir hadisi şerif-inde "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" sözü ne kadar da anlamlıydı.
Sevgi ve saygılarımla...

Şerife Gündoğdu 

SESSİZ ÇIĞLIK

Gözlerden akan yaşa şahittir beyaz mendil,
Kendini tutsak eder dil ile deşilen dil.

Dumanına yasaklı yürekler yanar durur,
Alev'leri evlerde yorgan da donar durur.

Hasretin kucağında tutsak olur gönüller,
Melek kanatlarında yaprağın döker güller.

İnfaz eder bir çocuk dolunay gecesini,
Kan damlar çarmıhından ağlatır nicesini.

Umutlar tükenirken gönül kırgın ve sessiz,
Gördüğü Rüya'ların sabahın da çaresiz.

"Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değil"
Diyen Yüce Peygamber dostum bunu iyi bil.

Şerife Gündoğdu 
Şubat.2021
Şerife GÜNDOĞDU / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--





logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr