Bir insanın kalbi, doğduğu topraklardan ne kadar uzak düşebilir? Bu sorunun
cevabını en iyi gurbet ellerde, sıla hasretiyle yaşayanlar bilir.
Gurbet, yalnızca coğrafi bir uzaklık değildir; ruhun, kalbin ve hafızanın
köklerinden kopmasıdır. Her göç eden, geride bir parça bırakır; dostlarını,
anılarını ve en çok da çocukluk kokan sokaklarını.
Zaman tünelinde bir yolculuğa çıkar insan. Gençliğimizde top koşturduğumuz
Karaer Mahallesi'ndeki beton sahaya... Harşit Çayı'nın o coşkun akışıyla dalar
gidersin mazinin derinliklerine. Eskiyayla'nın soğuk suları söndürür mü
içimizdeki gurbet ateşini? Uzunçayır'ın düzlüklerinde anamın yaz güneşi altında
godazlinin dik yokuşlarındaki buğday tarlasında orak salladığı günler düşer
aklıma.
Neyse...
Göç ve gurbet, modern dünyanın değişmeyen gerçeği. İş, daha iyi bir yaşam
umudu, eğitim ya da savaşlar... Sebep ne olursa olsun, göç eden her insanın içinde
bir vatan özlemi vardır.
Bu özlem, zamanla derinleşen bir yaraya dönüşür. Gittikçe artan bir sessiz çığlık
gibi. Bir göçmen, ne kadar uzaklara giderse gitsin, aklının bir köşesinde hep
memleketi, evinin bahçesindeki o ağaç, çocukken koştuğu sokaklar ve sevdikleri
kalır.
Gurbetin hüznü, en çok küçük anlarda kendini gösterir. Hiç beklenmedik bir anda
bir sabah kahvesinde gözler ufka dalar; o an bir anı belirir gözünde: Memleketteki
bir bayram sabahı ya da tarlada geçen bir yaz günü.
Kimi zaman da bir koku vurur yüreğine, mesela bir yemek kokusu seni çocukluk
sofralarına götürür. Ama en çok da gurbette insanı hüzünlendiren o telefon sesidir.
Memleketten gelen bir haberle sevinirsin ama arkasında hep bir boşluk, bir
eksiklik hissedersin.
Göç, her zaman gönüllü bir tercih değildir. Kimi insanlar daha iyi bir gelecek
hayaliyle yollara düşerken, kimileri mecbur kalır. Ama hangi nedenle olursa
olsun, göçün bedeli yürekte ağırdır.
Yıllar geçer, fakat özlem bitmez. Ne kadar alışmaya çalışsan da, memleketin
dağları, ovaları, denizi başka yerde bulunmaz. Göçmenler, iki dünya arasında
sıkışıp kalır: Geldikleri yerle gittikleri yer arasında.
Gurbetin en acı yüzü belki de bu sıkışmışlıktır. Ne kadar yeni bir hayat kursan da,
geride bıraktığın topraklar seninle konuşmaya devam eder.
Vatanın sesi, en derin uykunda bile yankılanır. Her telefon görüşmesinde,
memleketteki hayatın devam ettiğini duyarsın. Gerçi şimdilerde sosyal medya
sayesinde her olup bitenden haberdar oluyoruz, ama bu da duygusal açlığımızı
tam anlamıyla gideremiyor. Sılada insanlar evlenir, çocuklar doğar, yaşlılar veda
eder. Sen ise yalnızca bir dinleyici olursun. Memleket senin gözünde hep o
bıraktığın yer olarak kalır ama gerçekte her şey değişmiştir. Bunu o aziz vatan
toprağına aylar, belki de yıllar sonra ayak bastığında hissedersin.
Vatan özlemi, yürekte bir diken gibidir. Ne kadar bastırmaya çalışsan da, hep
orada, derinde bir yerlerde durur. Bazen bir şarkıda, bazen bir mektupta, bazen de
dostlardan gelen bir haberle kendini hatırlatır. Her özlem, bir hatırlatmadır
aslında; memleketin seni beklediğini ve her zaman orada olduğunu hatırlatan bir
çağrıdır.
Sonuçta, göç eden her insan kendi hikâyesini yazar. Bu hikâyenin sayfaları
hüzünle, özlemle, umutla doludur. Ancak unutulmaması gereken bir şey var:
İnsan, her nereye giderse gitsin, kalbinin kökleri hep memleketinde kalır.
Göç bir yolculuksa, bu yolculuğun varış noktası hep memlekete olan özlemdir.
Çünkü sıla, yalnızca geri dönmekle ilgili değil, ait olduğun topraklara ruhen bağlı
kalmakla ilgilidir.
Bunları niye yazdım?
Geçtiğimiz Cuma günü Eskişehir'de anlamlı bir programa davetliydim. Emirdağlı
dostların tertiplediği "Emirdağ-Belçika Emek Yolculuğunun 60. Yılı" etkinliğine
katıldım. Dile kolay tam 60 yıl geçmiş.
Etkinlikte gurbet ve göçe dair konuşmalar, gurbet kokan şiirler ve deyişleri
dinleyince içimde biriktirdiğim denizlerin kapaklarını biraz olsun araladım.
Eskişehir-Gümüşhane arasında gittim geldim program boyunca….
Eskişehirdenhaber'de birlikte köşe yazarlığı yaptığımız Şair-Yazar Ahmet Urfalı
ağabeyin gönül telimize dokunan özlü konuşması, Belçika'dan gelen Birgül
Kapaklıkaya Hanım'ın okuduğu gurbet şiiri hâlâ kulağımda yankılanıyor.
Bu programı düzenleyen dostları yürekten tebrik ediyorum.
Düşünüyorum da aslında bu dünyaya gelmekle hepimiz gurbette değil miyiz?
Geldik, gidiyoruz işte!
Sonuç olarak, gurbetin zorlayıcı ağırlığı, içimizde büyüyen vatan sevgisiyle
hafifliyor. Göç, insanı hem zenginleştirir hem de derin bir hüzünle sınar. Ama
bilinir ki, en uzak diyarlarda bile vatanın bir köşesi hep seninle olur.