HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 01 EYLÜL 2025, PAZARTESİ



Karamazov Kardeşler’de Karakterler ve Düşünsel Temsilleri

01.09.2025 00:00
Fyodor Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler adlı romanı, bir kurmaca metinden
öteye geçerek, insan doğasının karanlık yönleriyle, ahlaki sorumluluğun sınırlarıyla, özgür
iradenin ağırlığıyla ve Tanrı'nın dünya üzerindeki gölgesiyle hesaplaşan bir felsefi roman
niteliği taşır. Roman, görünürde bir baba cinayetinin etrafında şekillense de, Dostoyevski bu
cinayeti derinliklerinde inançsızlık, vicdan, suçluluk, metafizik ve yalnızlık gibi modern çağın
temel çelişkilerini taşıyan bir içsel çatışmanın simgesi olarak kurar. Romanın merkezinde yer
alan üç kardeş; Dimitri, İvan ve Alyoşa insan ruhunun parçalanmış hallerini temsil eden
simgesel figürlerdir. Her biri, modern bireyin Tanrı'yla giriştiği mücadeleyi, toplumsal
normlarla yaşadığı gerilimi ve kendi iç benliğiyle verdiği varoluşsal savaşı farklı boyutlarda
dile getirir. Karamazov Kardeşler, bu yönüyle 19. yüzyıl Rusya'sında, insanlığın zihinsel ve
ahlaki evrimine dair derin bir düşünsel izlek sunar.

Dostoyevski'nin roman anlayışı Batı'daki klasik anlatı kalıplarından ayrılır; onun
eserlerinde olaylar ya da kişiler değil, düşünceler karşı karşıya gelir. Karamazov Kardeşler bu
anlayışın en olgun örneğidir. Bu eserde anlatının taşıyıcısı olan karakterler, belirli düşünsel
duruşların ve varoluşsal tavırların somut biçimleridir. Her biri, insanın dünya ile, Tanrı ile ve
kendisiyle kurduğu ilişkinin ayrı bir boyutunu dile getirir. Dostoyevski'nin romanlarında
birbiriyle çelişen, çatışan ve iç içe geçen sesler vardır. Karamazov Kardeşler de bu açıdan,
kesin bir yargı sunmaz, birbirine zıt düşünce dünyalarının serbestçe dile geldiği bir düşünce
olarak kurgulanmıştır. Anlatıcı, olaylara yön veren, her şeyi bilen ve her karakterin üzerinde
duran bir ses olmaktan uzaktır. Aksine, anlatı boyunca hüküm veren bir üst ses değil, her
karakterin kendi sesi, kendi iç sesi ve kendi hakikat anlayışı vardır. Bu nedenle romanda;
insanın varlıkla, ahlâkla ve inançla kurduğu ilişkiyi anlamaya çalışan çoğulcu bir hakikat
arayışı söz konusudur.

Romandaki düşünsel çatışmanın en çarpıcı yansımaları ise Karamazov kardeşlerin
kişiliklerinde somutlaşır. Her biri, farklı yaşam tutumlarını, insan ruhunun bölünmüşlüğünü
temsil eder.

İvan Karamazov, usun ve sorgulayıcı bilincin sözcüsüdür. Onun karakterinde
belirginleşen düşünsel yapı, dinî inancın mutlaklığına karşı duyulan bir isyanla şekillenir.
İvan, Tanrı'nın varlığını bütünüyle reddetmese de, özellikle masum çocukların acısı
karşısında Tanrı'nın adaletine olan inancını kaybetmiştir. Onun zihninde şekillenen "Büyük
Engizisyoncu" anlatısı, bu hesaplaşmanın doruk noktasıdır. Burada, İsa'nın sunduğu özgürlük

anlayışı karşısında, insanların korku ve güvenceden beslenen boyun eğici doğası açığa çıkar.
İvan'ın varlığı, modern insanın akılla inanç arasında bölünmüşlüğünü yansıtır.

Alyoşa Karamazov, bu çatışmanın zıt ucunda yer alır. O, Tanrı'ya inancı içtenlik
ve merhametle örülü bir ruh hâliyle taşır. Alyoşa'nın inancı, insana duyulan sevginin ve anlam
arayışının bir sonucudur. Onun örnek aldığı Zosima Dede, Hristiyanlığın içsel ve yaşantısal
yönünü temsil eder. Alyoşa'nın dünyasında inanç, varoluşsal bir güven ilişkisi olarak kurulur.
Dostoyevski, Alyoşa'nın duruşunu idealize etmez; onun da çelişkileri, iç hesaplaşmaları ve
derin acıları vardır. Fakat bu çelişkiler onu zayıflatmaz; aksine içsel olgunluğunu besler.
Dimitri Karamazov, arzunun ve öfkenin kardeşidir. Onun kişiliğinde şekillenen
çatışma, yüzeyde maddi bir miras meselesi gibi görünse de, özünde baba figürüyle
hesaplaşmayı içeren derin bir ahlaki gerilimdir. Dimitri, suça doğrudan yönelen biri değildir;
ancak arzularının şiddeti, onun ruhunu suçun sınırına iter. Kendini bazen işlemediği bir suçun
dahi faili gibi hisseder. Çünkü onun vicdanı, eylemden önce gelen bir hazırlık hâlini, yani
niyeti de suçun bir parçası sayar. Dostoyevski bu karakter aracılığıyla, suçun yalnızca
yapılanla değil, ruhun içinde filizlenenle de ilgili olduğunu gösterir.

Karamazov kardeşlerin bu varoluşsal duruşları iç içe geçmiş, zaman zaman
çarpışan ama bir bütünlük duygusu içinde birbirini tamamlayan yönlerdir. Bu kardeşler, insan
ruhunun bölünmüş parçalarıdır: biri arzuyu, biri aklı, biri inancı temsil eder. Dostoyevski,
insanı çelişkilerin iç içe geçtiği bir varlık olarak düşünür. İnançla isyan, sevgiyle nefret, akılla
tutku arasında bölünen bu varlık, Karamazov Kardeşler'de hem yapısal hem ruhsal bir
biçimde kurulur. Her sesin kendine özgü bir hakikati, her hakikatin kendi içinde bir çelişkisi
vardır.

Smerdyakov, romanın en çetin sorularından birini gündeme getirir: Suç, yalnızca
eylemi gerçekleştirenin midir; yoksa fikri doğurup ruhsal zeminini hazırlayanın da
sorumluluğu var mıdır?

Toplumun ve ailenin dışladığı, soytarıyla deli arasında gidip gelen bu karakter,
Dostoyevski'nin eserlerinde sıkça karşımıza çıkan bastırılmış varlığın temsilidir. Dilsiz
bırakılmış, hor görülmüş ve değersiz sayılmış Smerdyakov, görünüşte edilgen ama gerçekte
eyleme en yakın duran kişidir. Onun suça yönelmesinde kişisel eziklikler ya da öfke ve
İvan'ın fikir dünyasının etkisi de vardır.

İvan, Tanrı'nın yokluğunu ve dolayısıyla mutlak ahlâkın geçersizliğini
savunurken, bu düşünsel yapı Smerdyakov'un vicdansızlığını besleyen bir gerekçe haline
gelir. İvan belki fiilen hiçbir suç işlemez; fakat sözleriyle suça kapı aralar. Dostoyevski bu
noktada, düşüncenin sorumluluğunu tartışmaya açar. Roman boyunca görünmeyen, arka
planda kalmış bu karakter, düşüncenin ve aşağılanmanın içinden bir suç üretir. Smerdyakov,
ne inanan ne sorgulayan bir figürdür; o, inanmamayı taklit eden bir iç boşluk, bir tür ruhsuz
akıl kalıntısıdır. Ayrıca, onun varlığı da metaforiktir. Fyodor Pavloviç'in gayrimeşru oğlu
olduğu ima edilir. Bu durum, babanın ahlaki düzlemde bir yozlaşmanın kaynağı olduğunu
pekiştirir. Böylece Smerdyakov hem toplumsal olarak dışlanmış bir birey hem de metafizik
olarak "babadan gelen günahın" taşıyıcısı olur. Smerdyakov, Dostoyevski'nin oluşturduğu
karakter mozaiğinde en tehlikeli kısmı temsil eder: vicdanı olmayan ama düşünceyle
donanmış bir suçluluk hali. Bu karakter, roman boyunca arka planda kalsa da, baba
cinayetinin hem zihinsel hazırlığını hem de eylemini sırtlanarak karanlığın gerçek temsilcisi
haline gelir.

Romanın son bölümlerinde yoğunlaşan mahkeme sahnesi, Dostoyevski'nin adalet,
hakikat ve toplum vicdanına dair köklü sorgulamasının sahnesidir. Dimitri'nin suçlu ilan
edilmesi, yargıçların, savcının ve halkın zihninde şekillenmiş bir karakter yargısına, yani
toplumsal önyargıların ve psikolojik varsayımların oluşturduğu kanaate dayanır. Dimitri'nin
tutkulu doğası, öfkeye yatkınlığı ve geçmişteki taşkın davranışları, onun mahkûmiyetini
hazırlayan asıl zemindir. Suçluluğa müsait bir kişilik sergiliyor olması, onu adaletin değil,
kanaatin kurbanı yapar. Bu noktada adalet, duyguların ve izlenimlerin belirlediği bir zemine
çekilmiştir. Mahkeme salonu, toplumun görmek istediği rol dağılımının teyit edildiği bir
gösteri alanına dönüşür. Savunma ile suçlama arasındaki mücadelenin merkezinde, gerçeğin
nasıl hikâyeleştirileceği sorunu vardır. Dostoyevski, bu sahnede adaletin söylemsel bir yapı
olduğunu; kimi zaman en güçlü anlatının, en doğru delilden daha etkili olabileceğini gösterir.
Böylece yazar, modern hukuk düzeninin zaaflarını ifşa eder: İnsan yaptıklarıyla da, toplumun
ona dair taşıdığı imajla da yargılanır. Adalet, idealde bir teraziyse, gerçekte çoğu zaman
terazinin kefesi halkın önsezilerine, inançlarına ve duygusal eğilimlerine göre eğilir.

Dimitri'nin duruşması, bu eğilmenin keskin bir örneğidir. Gerçek katilin kim
olduğu belirsizlikte kalırken, toplumun bilinçaltındaki birikim, bir kurban seçer ve onu suçun
taşıyıcısı ilan eder. Dostoyevski'nin bu sahneyle sunduğu eleştiri döneminin Rus adalet
düzenine, insan yargısının içsel dinamiklerine yöneliktir. Mahkeme süreci, biçimsel olarak
hukuka dayanıyor gibi görünse de, gerçekte insanların iç dünyalarındaki korkular, önyargılar

ve suçluluk duyguları tarafından yönlendirilir. Adaletin tarafsız olması gerekirken, burada
sezgilerle şekillenen bir kanaat mekanizmasına dönüşür. Suçun suça yatkın görülen kişiliğe
göre belirlendiği bu düzlemde, hakikat geriye çekilir; onun yerine toplumun güvenlik arzusu,
düzene duyduğu korkulu saygı ve bilinçdışı hesaplaşmaları öne çıkar. Görünmesi istenenin
hüküm sürdüğü bu düzende, adalet fikir olmaktan çıkar, psikolojik ve toplumsal bir yönelim
hâline gelir. Dimitri'nin mahkûmiyeti toplumun birini suçlu kılma ihtiyacının ürünü olarak
şekillenir.

Romanın sonunda Dostoyevski herhangi bir çözüm ya da kurtuluş reçetesi
sunmaz. Aksine, insan doğasının çatışmalı ve çelişkili yapısını tüm gerçekliğiyle ortaya koyar.
"Karamazov" soyadı, insan ruhuna özgü kaotik bir varoluş hâlinin temsili hâline gelir.
Karakterler arzularıyla aklı sürekli çatışma içinde olan; Tanrı'nın varlığını arzulayan fakat ona
öfke duyan; sevgiye ihtiyaç duyan ama kendini sevmekten dahi aciz bir insan figürüdür. Tanrı,
romanın genelinde suskundur. Bu suskunluk, karakterlerde ve okurun zihninde bir sorgulama
alanı açar. Dostoyevski, dinî dogmalardan uzak bir biçimde ahlâkın kaynağını, özgürlüğün
doğasını ve suç kavramının sınırlarını tartışmaya açar. Şu sorular, romanın felsefi eksenini
oluşturur: Tanrı'nın yokluğunda ahlâk nasıl mümkün olabilir? Özgürlük, insan için bir imkân
mıdır yoksa varoluşsal bir yük mü? Suç yalnızca eylemle mi sınırlıdır, yoksa düşünce
düzeyinde de suçun tohumları atılmış sayılabilir mi?

Dostoyevski, romanlarında insanın varoluşunu anlamlandırmanın yolunu acıyla
sınamakta bulur. Ona göre acı, insanın iç dünyasının en derin katmanlarına inmenin bir aracı,
varoluşun karanlık labirentlerinde yol bulmanın belki de tek anahtarıdır. Karakterlerin
yaşadığı derin ıstıraplar, yalnızca dramatik gerilimi arttıran bir unsur değil, aynı zamanda
insan ruhunun sonsuz derinliklerine yönelik felsefi bir sorgulamadır. Dostoyevski'nin acı
anlayışı, insanın kurtuluşu için kaçınılmaz bir aşamadır; çünkü ona göre insanın gerçek doğası
ancak acının içinde, onunla yüzleşirken açığa çıkar. Dostoyevski'nin eserlerinde acı çekmek
basitçe bir yazgı değildir; aksine, insanın varoluşunun temel bir boyutunu oluşturur.
Karakterleri, acı aracılığıyla kendi varoluşlarını sorgular, ahlâki ve manevi krizlerle
yüzleşirler. Dostoyevski'ye göre acı çekmek, bireyin ruhsal uyanışını tetikleyen en önemli
araçtır. Karakterler bu acı deneyimiyle birlikte, kendilerini ve hayatı daha derinden tanıma
fırsatına kavuşurlar.

Dostoyevski'ye göre insan ruhunun derinliklerinde yatan çatışmalar ancak şiddetli
bir ızdırap sayesinde gün yüzüne çıkabilir. Bu yüzden romanlarındaki kahramanlar daima

acılarla sınanır. Bu acıların kaynağı çoğu kez dışsal olaylardan ziyade içsel çatışmalar,
suçluluk duygusu, utanç ve ahlâki çelişkilerdir. Dostoyevski'nin roman evreninde acı, bireyin
ahlâkî ve ruhsal dönüşümüne yol açan varoluşsal bir güç olarak yer alır. Özellikle Karamazov
Kardeşler'de, karakterlerin her biri kendi acısıyla yüzleşmek zorundadır. Alyoşa, manevi kriz
ve inanç sorgulamasıyla, İvan zihinsel çatışma ve nihilizmin derinliğiyle, Dimitri ise
tutkularının doğurduğu suçluluk ve ceza ile karşı karşıya kalır. Dostoyevski'ye göre, insanın
ruhsal olgunlaşması ve ahlâkî anlamda büyümesi, ancak bu içsel çelişki ve ıstırapları
yaşayarak gerçekleşebilir. Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'inde Dimitri'nin babası
Fyodor Pavloviç'e karşı olan tutumu açıkça Oedipus sendromunun izlerini taşır. Dimitri,
babası Fyodor Pavloviç'ten derin bir nefret duyar. Fyodor Pavloviç; şehvet düşkünü, bencil,
sorumsuz ve alaycı kişiliğiyle, oğlunun sevdiği kadın olan Gruşenka'ya karşı da arzu duyması
sebebiyle Dimitri'nin içindeki öfkeyi daha da derinleştirir. Buradaki çatışma maddi, duygusal,
psikolojik ve semboliktir. Babasının varlığı, Dimitri'nin kendisini gerçekleştirme ve sevgiye
ulaşma yolundaki en büyük engeldir.

Oedipus sendromunun temelinde oğlun babaya karşı duyduğu bilinçdışı
düşmanlık ve anneye veya onun yerini tutan kadına yönelik arzusu bulunur. Roman özelinde
anne figürünün eksikliği Gruşenka tarafından doldurulur; Dimitri'nin Gruşenka'ya duyduğu
şiddetli tutku, babasına karşı bilinçdışı bir rekabete dönüşür. Bu psikolojik gerilim, Dimitri'yi
hem kendinden nefret etmeye iter hem de babasının sembolik olarak ölümünü arzular. Fyodor
Pavloviç'in cinayeti, bu anlamda Dimitri'nin arzusunun sembolik gerçekleşmesi gibidir;
cinayeti işleyip işlemediği belirsiz olsa da bilinçaltında onu zaten öldürmüştür. Dostoyevski,
Dimitri'nin karakterini derinlemesine işlerken bu psikoanalitik temayı kullanarak, insan
ruhundaki bastırılmış duyguların, bilinçdışı arzuların ve nefretin insanın kaderi üzerinde ne
kadar büyük bir rol oynadığını ortaya koyar. Böylece Dimitri ve babası arasındaki ilişki,
yalnızca aile içi bir çatışma olarak kalmaz, insanın kendi içindeki derin ve karmaşık
psikolojik süreçlerin dışavurumu haline gelir.

Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler romanındaki acı çekme teması ve baba-
oğul çatışması, insanın varoluşsal karmaşasını ve psikolojik derinliğini ustalıkla ortaya koyan
iki temel unsurdur. Dimitri ve Fyodor Pavloviç arasındaki bu ilişki, insan psikolojisinin
derinliklerinde gizli kalmış arzuların ve çatışmaların bir simgesi olarak edebiyat tarihindeki
yerini alır.
Burcu BOLAKAN / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--







logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr