Bozkırların, yaz günleri olsa da, çehresi sert, soğuğu keskindi. Bozkır, Ağustos ayında
dahi geceleri Ayaz kesiyordu. Türlü zorluklara karşın, Türkler bozkırın ortasında verdikleri bu
büyük savunma savaşından başarıyla çıkmasını başarmışlardı. Düşmanı menzilinden
uzaklaştırdıktan sonra, o sert Bozkır coğrafyasında bir yenilgiye ardından da uygun bir çekiliş
çizgisine kadar itmişlerdi. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa(Gündüz), Türk ulusunun
girdiği bu büyük özverili savaşımı yeni bir Ergenekon olarak nitelemekteydi.(Asım Gündüz,
Hatıralarım, İstanbul, 1973, sayfa 55- 56). Ergenekon'da nasıl ki dağlar arasında sıkışmış
kalmış bir ulusu; bir kurt, rehberlik ederek aydınlığa çıkarmışsa; bu savaşlarda da Mustafa
Kemal Paşa, ulusuna önderlik ederek, onu tutsaklıktan kurtarmıştı. Sanki Türk ulusunun ortak
belleğindeki bir tarihsel mitoloji bu büyük savaşla gerçekleşiyor gibiydi. Bu cumhuriyetin
erken dönemlerinde, pek çok yazarın, ozan'ın diline ve bestelerine yansımış bir benzetmeydi.
Pek çok yazar ve ozan, Mustafa Kemal Paşa'yı ulusunu aydınlığa çıkaran bir Bozkurt'a
benzetiyordu. Kuşadası'nı İtalyan işgaline karşı savunan ulusal kahramanlardan birisi olan
Mahmut Esat Bey Ankara döneminin Adalet bakanlarındandı. O Sakarya Savaşı günlerine
ilişkin yazdığı bir yazısında şunları diyordu: "Türk ordusu, düşman baskınlarıyla Altıntaş
önlerinden Sakaryalara kadar çekildi. Yine birçok belde, düşman istilası altında kaldı. Top
sesleri, Ankara'da meclis binasını sarsıyordu. Ben oradaydım. Azmin, sağduyu'nun
yüksekliğini düşününüz ki bu ulusal zorluklar içinde meclis önünde bando durmadan çalıyor.
"Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın/ Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın".
Bando tınılarını gittikçe yükseltiyor sanki bunları Tanrı'ya ulaştırmak istiyordu. Bandoların
Hüzün verici nağmelerine karışan iniltiler, top sesleri, sanki ikinci Ergenekon çıkışımızın
bestesi oluyor".
Mahmut Esat Bey, milletvekili kimi arkadaşlarıyla Sakarya'da cephede savaşan
askerleri görmeye de gitti. Sakarya'da bir Aralık çevresine Ali Naili Paşa'ya bağlı birliklerden
birisi meraklı gözlerle sardı. Erlerinin birçoğu baş açık, yalın ayaktı. Pantolonları lime lime
idi. Ceketleri yoktu. Üzerlerindeki silah ve cephane, bellerinden göğüslerine kadar, onlara
elbise görevini görüyordu. Bunlarla hem bağımsızlığı koruyorlar hem de ısınıyorlardı.
Arkadaşları Mahmut Esat Bey'den askerleri cesaretlendirecek bir iki söz söylemesini istediler.
O, bir taş parçası üzerine çıkarak, askerlere karşı onları heyecana getirecek sözler söylemeye
çalışıyordu; ancak askerin bu perişan görüntüsünden o denli etkilenmişti ki; üzerine çıktığı
taştan inerken üzüntüsünden sendeliyordu (43) (Mahmut Esat Bozkurt, Türk İhtilalinde
Vatan müdafaası, kaynak Yayınları, sayfa 133)