Sakarya Savaşı günlerindeydi. Yoğun, boğaz boğaza çarpışmalar sürüyordu. Gazipaşa
ve diğer Paşalar Duatepe'de bir çadırda akşam yemeği için toplanmışlardı. Zor günlerdi. Top
sesleri Ankara'dan duyuluyor; kimi milletvekilleri, hükümet merkezini daha güvenli bir yere,
örneğin, Sivas'a ya da Kayseri'ye taşımayı dillendiriyorlardı. Fevzi Paşa böyle anlardan
birinde, cepheden, üstü başı toz toprak içinde meclise gelmiş, savaş hakkında bilgiler vermiş,
milletvekillerini güçlükle yatıştırabilmişti. Türk ulusal varlığı tehlike altındaydı. Yok oluş,
adeta kapının ağzında sinsi sinsi gülümsüyordu. Ordu darmadağın bir haldeydi. Zayıf bir ışık
altında, Paşalar yemek yemek için yer sofrasına sıkışmış gibiydiler. Cılız bir tavuk orta yerde
duruyordu. Onca insan bu küçücük tavukla karınlarını doyurmaya hazırlanıyordu. Kimse
başkomutan yemeğe katılmadan uzanıp yemeğe cesaret edemiyordu. Mustafa Kemal Paşa
yemeğe uzanmadan önce başını kaldırdı ve askere yemek olarak ne verildiğini sordu.
Paşalardan biri; savaş halinde askere sıcak yemek verilemediğini, bir iki terk edilmiş köyden,
ambarlardan buğday ve mısır bulunduğunu, kavrularak bunun avuçlar halinde cephedeki
askere dağıtıldığını söyledi. Bunu duyunca Mustafa Kemal Paşa'nın gözünden, bir damla yaş
süzüldü ve eli yemeye dokunmadan sofranın başından kalktı. O akşam, o sofrada hiç kimse o
tavuktan yiyememişti(39-40).
Türlü çarpışmalardan, sayısız insan ve büyük oranda mal kayıplarından sonra düşman,
Sakarya nehrinin doğusunda güçlükle durdurulabilmiş; ardından Mustafa Kemal Paşa'nın
komutasındaki Türk ordusuna son bir çabayla düşman Sakarya Nehri'nin batısına atılabilmişti.
Bu savaşta göğüs göğüse muharebeler olmuş; çok sayıda subay yitirilmişti. Cepheler
darmadağınıktı. Kim nerede, hangi noktada anlama olanağı yoktu. Türkler dişini tırnaklarına
takmış olanca güçleriyle savaşıyorlardı. Artık bu cepheden başka geride durabilecekleri bir
cephe yoktu. Bu bölgenin çökmesi demek, Anadolu'nun düşmesi demekti. Bu aşamada,
Mustafa Kemal Paşa; O çok bilinen tarihi emrini dile getirmiş: " Hattı müdafaa yoktur,
sathı müdafaa vardır. O Satıh bütün vatandır!" demişti(40).
VE ÜÇÜNCÜ KILIÇ
Bozkırların, yaz günleri olsa da, çehresi sert, soğuğu keskindi. Bozkır, Ağustos ayında
dahi geceleri Ayaz kesiyordu. Türlü zorluklara karşın, Türkler bozkırın ortasında verdikleri bu
büyük savunma savaşından başarıyla çıkmasını başarmışlardı. Düşmanı menzilinden
uzaklaştırdıktan sonra, o sert Bozkır coğrafyasında bir yenilgiye ardından da uygun bir çekiliş
çizgisine kadar itmişlerdi. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa(Gündüz), Türk ulusunun
girdiği bu büyük özverili savaşımı yeni bir Ergenekon olarak nitelemekteydi.(Asım Gündüz,
Hatıralarım, İstanbul, 1973, sayfa 55- 56). Ergenekon'da nasıl ki dağlar arasında sıkışmış
kalmış bir ulusu; bir kurt, rehberlik ederek aydınlığa çıkarmışsa; bu savaşlarda da Mustafa
Kemal Paşa, ulusuna önderlik ederek, onu tutsaklıktan kurtarmıştı. Sanki Türk ulusunun ortak
belleğindeki bir tarihsel mitoloji bu büyük savaşla gerçekleşiyor gibiydi. Bu cumhuriyetin
erken dönemlerinde, pek çok yazarın, ozan'ın diline ve bestelerine yansımış bir benzetmeydi.
Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.