"Bilmeden yönetmek, anlamadan eleştirmek, tanımadan dışlamak."
Son yıllarda Türk sporunun en ciddi sorunlarından biri, sahada önemli bir karşılığı olmayan ama her konuda fikri olan "bilenler ordusu"nun hızla çoğalmasıdır. Her köşe başında bir uzman, her mecrada bir yorumcu, her toplantıda laf kalabalığına gömülmüş bir bilgi gösterisi… Ancak ortada ne bilgi var ne de sürdürùlebilir bir başarı. Sadece yüksek ses, süslü ünvanlar ve kendini tekrarlayan cümleler.
Meselenin en acı tarafı ise şu; bu kişilerin önemli çoğunluğunun ne saha deneyimleri var, ne bilimsel bir birikimleri, ne de dünyadaki iyi örneklerden haberdarlar? Yani konuya ne içeriden bakabiliyorlar, ne dışarıdan görebiliyorlar. Ama yine de konuşuyorlar…
Çünkü konuşan onlar değil, ünvanları.
Sorgulanamayan bu ünvanlar ise, ne yazık ki, düşünceyi susturuyor.
Çünkü günümüzde spor, yer yer bilginin değil, konumun konuştuğu bir alana dönüştü.
Hatırlatmakta fayda var... Bilmek, yalnızca kelime üretmek değildir. Bilmek, sorumluluk almayı, hesap verebilmeyi ve en önemlisi, elde edilen saha sonuçlarıyla yüzleşebilmeyi gerektirir. Başarıyı, yalnızca tabelaya değil, sürece, sürekliliğe ve gelişime bağlayan bir anlayıştır bilgi.
Bir dönem bir Millî Eğitim Bakanı'na atfedilen şu meşhur söz hâlâ hatırlanır "Şu okullar olmasa, maarifi ne güzel idare ederdik..."
Ne yazık ki bugün spor dünyasında da benzer bir tablo yaşanıyor. Saha skorları, ölçümler, uluslararası karşılaştırmalar, bilimsel raporlar olmasa... Spor çok daha kolay yönetilecekmiş gibi düşünülüyor. Ama işin gerçeği şu ki: Başarıyı ölçemediğiniz, kıyaslayamadığınız, hesaplayamadığınız yerde ne yönetişim olur, ne liyakat, ne de bilim.
Bugün Türkiye'de bazı alanlar da olduğu gibi sporda da sahayı bilen, veriye dayalı konuşan, dünyadaki sistemleri tanıyan insanlar sistem dışına itiliyor.
Akademisyenler, antrenörler, saha uzmanları, istatistikçiler… Hepsi bir şekilde görmezden geliniyor. Çünkü bilgi, artık birikim değil, tehdit olarak algılanıyor.
Her uzman potansiyel bir "rakip", her farklı bakış açısı bir "tehlike" gibi görülüyor.
Bu zihniyetin sonucu da bellidir, Korkuyla donatılmış bir konfor düzeni. Ne sorgulanır, ne gelişir, ne ilerler. Her şey aynı kalır; sadece isimler değişir.
Oysa dünya çoktan başka bir yola girdi. Veriye dayalı kararların alındığı, bilimin kılavuz olduğu, yeteneklerin küçük yaşta sistematik biçimde keşfedilip geliştirildiği bir yapı inşa ediliyor. Spor artık yalnızca fiziksel performansla değil, veri, analiz, eğitim, psikoloji ve stratejiyle yönetiliyor. Bizse hala "ben bilirim" diyenlerle, yıllardır sahaya adım atmayanlarla, geçmişin başarılarını günümüzün kılıfı yapanlarla meşgulüz.
Unutulmamalıdır ki, "Güneş, ay ve gerçekler uzun süre saklanamaz."
Latince ifadesiyle: Inferis. Bugün konuşmayan saha, yarın tokat gibi konuşur. Bugün susturulan uzman, yarın haklılığıyla anılır. Bugün kulak verilmeyen bilim, yarın sistemin çöküşüne neden olur.
Çünkü hakikat, görmezden gelinerek ortadan kaldırılamaz.
Ahkâm kesmek kolaydır. Fakat ahmakça kesilen her ahkâm, Türk sporunun geleceğinden bir parçayı daha eksiltir. Türkiye'nin ihtiyacı, sesi çok çıkanlar değil, sahada sonuç alabilenlerdir. Bilgiyi güç olarak kullananlar değil, bilgiyi paylaşarak büyütenlerdir. Başkalarının başarılarını kıskananlar değil, o başarıları çoğaltabilecek vizyonu olanlardır.
Çünkü spor, susturulanlarla değil; liyakatle, bilimle ve alın teriyle yönetildiğinde anlam kazanır.
Eğer amaç Türk sporuna hizmetse muhakkak araştırmacı ve gözlemci olmak gerekir dış dünya ile yarışmak istiyorsak yada sadece ülkemizde kısır döngü içinde o bunu demiş bu şunu demişten öteye geçemeyiz…!!! Saygılarımla