Kucağında bir çocuk, bir de karnında, kafasının üstünde de büyükçe bir yemek tepsisi, hızlı adımlarla
bir yere yetişmeye çalışıyor kadın. Tepsi üstünde kocaman bir kara somun ekmek, iki üç büyük
tencere yemek, yanında iki çocuk birisi diğerinden iki üç yaş büyük, büyük olan erkek çocuğu, onun
da bir elinde topraktan su testisi, abi bir eliyle de kız kardeşinin elinden tutmuş, çekiştire çekiştire
adeta koşarcasına annelerine yetişmeye çalışıyorlar.
Tepeden vuran kızgın güneşe aldırmadan harman yerine yetişmeye çalışıyor kadın, evle harman
yerinin arası neredeyse bir kilometre, aylardan temmuz, kocasından, kocasının abisinden azar
işitmemek için sıcağa aldırmadan acele ediyor öğle yemeğini yetiştirmek için.
Kadın, Bin dokuz yüz otuz sekiz yılında Balkanlarda, Bulgaristan'da doğmuş, Devletler arası anlaşma
gereği Bin dokuz yüz elli yılında zorunlu göçe tabi tutuldukları için 13-14 yaşlarında bir Anadolu
şehrine, Eskişehir'e zorunlu iskana tabi tutulmuş bir göçmen ailenin kızı. Henüz 16 yaşlarında iken,
küçük bir ilçeden hiç tanımadığı birisi ile evlendirilmiş ilk çocuğunu henüz 18 yaşında iken doğurmuş,
hemen arkasından bir tane daha. İlk iki çocuk daha bebek yaşlarda iken vefat etmiş. Şimdi yanındaki
büyük çocuk, yaşayanların en büyüğü. Ardından da peşpeşe gelen hamilelikler.
Neyse bu günü de atlattık dedi içinden kadın, zamanında yetiştirmişti öğle yemeğini, harman döğen
erkeklere. Tepsiyi indirdi başından çardağın altındaki gölgelik bir yere, kaşıkları koydu tencerelerin
kapaklarını açtı, hadii sofra hazır dedi, harmanda çalışan erkeklere.
Sofraya oturunca erkekler, harmana doğru yöneldi kadın düven sürmek için, durmamalıydı çünkü
harman döğme işi, başaklı buğday sapının en çok ezildiği, sapın samana evrildiği, buğday tanelerinin
başaktan ayrıldığı en elverişli zamandı öğle sıcağı.
Erkekler acele acele karınlarını doyurduktan sonra, kalan yemeklerle karnını doyurdu kadın
çocuklarıyla beraber.
Yemek kaplarını topladı kadın tepsinin üzerine, yol üzerindeki dereye geldiğinde bulaşıkları yıkadı bir
çırpıda, şimdiki gibi kirli değildi dere suyu, tertemiz, berrak, içsen içilebilecek kadar temiz.
Eve geldiğinde kadın ikindi vakti olmak üzereydi, kucağındaki çocuk uyumuştu yolda, kız çocuğuna
kardeşine iyi bak dedi kadın ben ahıra gideceğim, kız çocuğu da küçük yaşta analığa hazırlanıyordu
böylelikle.
Akşam üstü sığır çobanına teslim edilen hayvanlar gelecek, onların yerlerinin hazırlanması, yemlerinin
doldurulması lazım yemliklerine, süt sağılacak, akşam yemeği hazırlanacaktı daha.
Hiç şikayeti olmamıştı kadının, kırkbeş yaşında hak vaki olup da ömrünü tamamladığında, birisi ikiz
dokuz doğum olmak üzere on çocuk.
Bir harman sonu üçlü aygaz ocağı eve geldiğinde dünyalar onun olmuştu. Yaz kış, kuzine üzerinde
yemek pişirmekten kurtulmuştu.
Ömrü iki göz evde, iki hasır, dört parça çaput kilimin üzerinde geçmişti, hep duası iyi bir eve sahip
olabilmekti, olsun da derdi, oturmak nasip olmasa da olur, nihayet duası kabul oldu yetmişli yılların
sonunda dileği yerine geldi, Anadolu'da yaşayan birçok kadın gibi. Ama beyin tümörü son evresine
gelmiş ve o sırada teşhis konulabilmişti hastalığına. Üç dört yıl sonra da göçtü gitti bu dünyadan. Tam
da kendince rahata ereceği sırada.
O kadın benim anam.