Uzun süren bir sessizliğin ardından...
Değerli dostlar
İnsan, başına bir dert geldiğinde değil…
Kimin yokluğunu hissettiğinde acır en çok yüreği ve anlar bazı gerçekleri.
Bir telefon, bir mesaj, bir "geçmiş olsun" beklersin.
Hele ki bu kişi çok "canım" dediklerindense, suskunluğu daha çok yakar içini.
Ve o suskunluk büyür, büyür…
En sonunda bir şiir olup dökülür dilinden: "Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın?"
Geçtiğimiz günlerde, hem omuzum, hem bileğim hem de kalbim kırıldı. Türkiye'nin her yerinden Tüm dostlarımız, bir çoğu telofonla bir kısmı mesajla tek tek arayıp halimi sordular.
Geçmiş olsun dileklerinde bulunarak hepsi şifalar dileyerek yanımda olduklarını hissettirdiler.
Hepsinden Allah sonsuz razı olsun.
Ama bir kişi vardı ki…
Aramadı.
Oysa aramasını en çok beklediğim oydu.
İşte o sessizlik, bütün kalabalığın ortasında insanı yapayalnız bırakıyor.
Dostluğun en sessiz, en sarsıcı ihanetidir bu:
Bilip de gelmemek.
Duyup da susmak.
Yanı başındayken yokmuş gibi davranmak.
Bu yazı bir sitem değil yalnızca, bir iç döküştür...
Kırılan her omzun, bileğin ardında, bir de kırılan kalp olduğunu hatırlatmak istedim sadece...
HİÇ Mİ YANMADIN
Ben bu derde düçar oldum olalı,
Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın?
Elim kolum bağlanıp da kalalı,
Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın?
Düşmeyen, kalkmayan bir Allah'tır yâr,
Dünya büyük ama, sen eyledin dar.
Elini vicdan yap, yüreğine koy,
Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın?
Dostlarım, düşmanım arayıp sordu,
Şifalar diledi, selâma durdu.
Yüreğimde yanan bir topak kor du,
Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın?
Hani böyle miydi bizim kavlimiz?
Dünyada, ahirette birdi gönlümüz…
İşte geldi geçti âhir ömrümüz,
Hiç mi üzülmedin, hiç mi yanmadın.
Şerife Gündoğdu
08.09.2025