Bir itirafla yazıma başlayayım. Son günlerde öylesine yoğun günler geçiriyorum ki
Haziran'ın yirmi yedisi falan zannediyordum, meğer Temmuz'a girmişiz. Hüseyin Bey'in
"yazılarınızı bekliyoruz" mesajını da okuyunca tamamen ikna oldum(!) İçimden: "Ben süresiz
tatile çıkıyorum, yazı mazı da yazmıyorum, isterseniz işten atın(!)" diye soğuk bir şaka
yapmak geçmedi değil!...(Oldum olası şakayı severim.) Bu sefer de "sen bilirsin!" derlerse,
diye vazgeçtim(!) …
Şaka bir yana, sorumluluk almak, söz vermek çok farklı bir şey. Gerçi konu
problemimiz yok da hangisini yazacağım, derdi var. Sanki bu son yazımızmış gibi ince eleyip
sık dokumak da işin cabası.
Gönlümden birkaç konu geçti. Sonunda, hepimizin yüreğini yakan şu orman yangınları
hakkında yazmaya karar verdim. Önce bi içimi boşaltayım da: "Ooof, of!..." Neredeyse yazın
gelmesinden korkar olduk!...
Her imkân bulduğu yere ağaç diken birinin oğlu ve görev yaptığı yerleri ağaçlandırmayı,
yeşillendirmeyi şiar edinmiş, halen de bahçeyle uğraşan bir eğitimci olarak ağacın kıymetini
çok iyi biliriz. Tohumdan meyveye ya da fidandan ağaca uzanan yolculuğuna şahit olsanız
sizin de bakışınız değişir. Peki, yüce Yaradan bize cennet gibi bir vatan bahşetmiş de
kıymetini neden bilmeyiz?...
Orman yangınlarının yüzde doksanının insan kaynaklı olduğu söyleniyor. İhmal ya da
kasıt! Her ikisi de affedilecek bir durum değil. Herkesin dilindeki cümleleri bir de ben
seslendireyim. "Cezalar az ve caydırıcı değil." Yeryüzünün ciğerleri yanıyor… Bizim
geleceğimiz, millî servetimiz, sağlığımız yanıyor… Ağzı var dili yok günahsız milyonlarca
canlı yok oldu. Hiç mi vicdanınız sızlamaz? O, telef olan hayvanları ve sahiplerini görünce
yüreğim parçalandı. Eskiden, kibrit icat edilmediğinden mi yangınlar olmazdı!
Çocukluğumdan bilirim; tiryakiler sap arabasında, Ankara lastiğinin içinde içerlerdi de yangın
mangın çıkmazdı!.... Ağzında, avucunda gerekirse göğsünde söndürür, yine söndürürdü!...
Söylenecek çok şey var da... Bir eğitimci olarak; "aileden başlamak üzere anaokulundan
üniversiteye bütün eğitim ve öğretim aşamaları her yönden ele alınarak bizim için ve bize
göre yeniden düzenlenmelidir", diyeyim; diğerlerini de sizler sıralayın…
Arife tarif gerekmez, cahile de ne desen boş. Ayrıca bir musibet bin nasihatten daha evla
demişler. Ancak bu sefer de sonuçları çok yıkıcı oluyor. Biz yine de herkesi gerekli
hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz. Yüce Allah'ın şu cennet vatanımızı her türlü kaza,
bela, deprem, afet ve yangın gibi büyük felaketlerden korumasını niyaz ediyoruz.
Orman yangınlarının arttığı böyle bir dönemde yazmış olduğum, TRT sanatçısı İmran
Koç Bey'in bestelediği ve seslendirdiği şiirle yazıma son veriyorum.
DAĞLAR YANAR, BEN YANARIM!
Zümrüt gibi mor sümbüllü
Dağlar yanar, ben yanarım!
Gözbebeği, türlü türlü
Bağlar yanar, ben yanarım.
Yanar ceylanı, maralı…
Kalır nice can yaralı!
Gönül ufkumda sıralı
Tuğlar yanar, ben yanarım!
Mazlumların kucağına,
Ateş düşer ocağına.
Gelmiş gencecik çağına,
Sağlar yanar, ben yanarım!
Bir acı bağrımı delen,
Derin uykuları bölen.
Yüreğimden kopup gelen
Çığlar yanar, ben yanarım!
Fikret der ki, imdat ya Rab!
Karalar bağlıyor türap!
Onca emek olur harap;
Çağlar yanar, ben yanarım!
Fikret GÖRGÜN