HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 08 KASIM 2024, CUMA

BELÇİKA İZLENİMLERİ 1

03.11.2024 00:00
70'li yıllarda Belçika'ya gidip geçici işçi olmak, çok para kazanmak, yurda dönüp ev-bark sahibi olmak Emirdağ gençlerinin en önemli arzusuydu. 1964 yılında Belçika'ya gidip izne dönen gurbetçilerin abartılı anlatımları bu arzuyu adeta körüklüyor, onların bol para harcamaları, şık giyinmeleri, özel otomobillere binmeleri biraz da imrenme, örnek alma duygusuyla gençleri hayal âlemine sürüklüyordu. Artık tek konu Belçika'ya gidip ''kurtulmaktı.'' Bu ' kurtulmak'' sözü o kadar çok kullanılır olmuştu ki, gönderilen oğul için ''o kurtuldu, sıra küçükte.''  deyişleri sarf ediliyordu. Önce soyadı aynı olanlar kurtuldu, ardından kurtulma evliliği yapanlar, kaçak gidenler, eşini boşayıp sahte evlilik yapanlar… Kurtulma sendromu uzun yıllar boyunca devam etti.
   '' Düğmeye basıp para kazanma''da o yılların en gözde kavramlarından biriydi. Biz o yılların gerçeğini sonradan öğrendiğimizde hayallerin yıkılmaması, rüyanın devam etmesi için gözlerimizi kapatıyorduk. Bir başlangıcın eşiğinde umutları yeşertmek dileğiyle öylece durup bakıyorduk. Karanlığın, bilinmezliğin esrarı mıydı bizi çekip götüren?  Bir hayalin peşinde, Kaf dağına Anka olmuştuk artık. Hangi ağıt durdurabilirdi göçü, göze alındığında yolların meşakkati? Ve sefere hazırlanınca yürekteki atışların sesi.
      Bir işletme kaynağı oluşturma çabası,  zor ve insanlık dışı çalışma şartlarını unutturuyordu.  Gurbet ellerde, Emirdağ insanı kan kusuyor, kızılcık şerbeti içtiğini söylüyordu.
     Geçici işçi, gurbetçi, çifte vatandaş diyerek üçüncü nesilden dördüncü nesle, oradan da  beşinci nesle doğru ilerleyip giderken yollar yine hüzünlü, türküler yine yürek delici, hatıralar yine efkarlıydı. Ama bu durum her gurbetin meydanında böyleydi. Her göçün yolunda sancılar vardı. Adı gurbet, adı göç olan bu durumda bir bayram sevinci aramak da yanlıştı.
  Belçika'yla ilgili çok kitap okudum. Keza göç, gurbet konularında kafa yorup araştırmalar da yaptım. Gurbete gidenlerin anılarını dinledim. Bunları kitaplarımda, köşe yazılarımda yayımladım. Göçe ekonomik sebepleri yanında mistik yönden bakmaya çalışmıştım. Zira göçün bu yönü işlenmemiş, temas edilmemişti. Acizâne gurbete çıkmanın mistik tarafının çekim alanına giriyordum. Ahmet Yesevi hazretlerinin gurbete çıkmayı öven ve teşvik eden sözleri hatırıma geliyordu: ''Doğduğum yer o mübarek Türkistan'dan/Bağrıma taşlar vurup geldim işte.'', ''Gurbet değdi Mustafa gibi erenlere'', ''Gurbet değse, pişkin kılar çok hamları… Ve onun 99 bin öğrencisini Anadolu'ya yönlendirmesinin manası neydi? Keza Oğuz Kağan'ın rüyasını yorumlayan Uluğ Türk'ün batıyı hedef göstermesini de çok anlamlı buluyordum. Bununla beraber ''Göç Destanı''ndaki şifrenin sırrını çözmek gerektiğine inanıyordum.
    Hayaller, düşünceler denizinde bir Yesevi dervişi gibi dolaşıp dururken yeğenim Av. Serhat Orhun'un uğurlamasıyla Esenboğa Hava Alanında Belçika uçağına biniyorum. Yükseldikçe; küçülen yeryüzü şekilleri ve büyüyen gökyüzü boşluğu insanda nedensiz bir ürküntü uyandırıyor. Her seferinde bu duyguyu yaşamak, Yaradan'ın büyüklüğünü bir kez daha anarak inancın yenilenmesine de vesile oluyor. Uçağa binerken başlayan güvenlik tedbirleri, üst baş aramaları, kontrollere bir de asık yüzlü görevlilerin davranışları eklenince ister istemez insanda bir gerginlik meydana getiriyor. Ardından pilot ve hosteslerin güvenlikle ilgili uyarıcı konuşmaları gerginliği şüphe ve tereddüde dönüştürüyor. Duaya sığınmak insanda oluşan vesveseyi gidermeye, anında etki eden bir ilaç gibi yetişiyor.
      Şimdi beyaz bulutların üzerinde kanat çırpan bir hüma kuşu olup hayallerin peşinden koşmak geçiyor içimden. Fütuhat için Batı'ya sefere çıkan akıncı cedlerimin ruh hâlini bilmek ve öğrenmek isteğimi, ''az gelişmiş '' yaftasıyla etiketlenmiş bir güzel ülkenin asırlar sonra ekmek parası için gurbete çıkması engelliyor. Şairin; ''Bizi buralara getiren/ Tren/ Bu tren mi?/ Maraşlı Hasan dediğin civan/ Şu sokakları süpüren mi?'' dizeleri gözlerimden yaş olup yanaklarıma dökülüyor. Muzaffer orduların yiğit evlatları, yokluk ve yoksunluğun girdabından kurtulmak için demir asa demir çarık yollara dökülüyor.
      Bir sarsıntıyla bu tefekkür âleminden ayrılarak Brüksel Havaalanı'na indiğimizin farkına varıyorum. Yine işlemler, kontroller, polisin sorgu sualinden geçip çıkış kapısına varınca dostları görmek insana ferahlık ve mutluluk veriyor.
     İlk bakışta Belçika; yemyeşil ovalar, düzenli tertipli şehirleri köyleri, refah ve zenginliğini yansıtan binalar, yollar… Bu küçük  Avrupa ülkesiyle ilgili duyduklarım ve okuduklarımdan bilgi  sahibi birisi olarak onu yaşayarak daha iyi kavrayabileceğim kanısı içimde uyanıyor. Neden ve nereden bu kanaate vardığımı bilemiyorum.
   Hal-hatır sormalar devam ederken dostlarımızla beraber bazen  Türk  Caddesi, Küçük Anadolu bazen de Emirdağ Caddesi olarak anılan  "Chaussée d'Haecht" da bulunan kahvaltı salonunda konaklıyoruz. Sait Köse'nin güler yüzü, tatlı dili ve hoş sohbetiyle ikram ettiği kahvaltıyı yapıyoruz. Aynı mekanda bulunan Saint-Josse-ten-Noode'un Belediye Başkanlığına tekrar seçilen  Emir Kır, masamıza gelerek ''hoş geldiniz.'' Diyor. Biz de bu vesileyle kendisini kutluyoruz. Başarı dileklerimizi sunuyoruz. Sohbet, 13 Ekim'de yapılan yerel seçimler üzerinde yoğunlaşıyor.
   Emirdağ Caddesinde Türkçe işyeri levhaları, Türkçe'nin mübarek sesi, dost yüzler… Göçün 60. Yılında  ''Gurbeti Vatan Yapanlar''ın ulaştığı sonuç…Yeni bir vatan…(Devam edecek)




 
Ahmet URFALI / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--










logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2024

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr