'Ah.' dersin, 'keşke bir evim olsa' da şu kiradan kurtulsam o kadar rahat edeceğim ki'
Bir evin olur, 2 +1. 'Biraz büyük olsa, şuraya bi konsol sığsa ne güzel olurdu' dersin sonra. O da olur. Daha büyük bir ev de alırsın. Üstünden az biraz zaman geçer, sıkılmaya başlarsın: 'Keşke bahçeli bir evim olsa çocuklar koştursa, köpek beslesek, domates eksek' dersin. Gerçekten çabalasan, o da olur. Bu defa, 'şehrin göbeğinde değil de, keşke. Ege sahilinde olsaydı, şu ev ne güzel deniz havası alırdık' dersin. O da olur uğraşırsan, niye olmasın? Ege sahilinde, bahçesinde domates ektiğin, köpeğinin de olduğu o bahçeli evinde anneni babanı özlersin bu defa.
'Keşke onlar da komşum olsaydı, tüm sevdiklerim yanımda olurdu' diye geçirirsin içinden. Hikâye bu ya, çok istedin o da oldu diyelim. Sonra ne olur? Annen baban ölür, deprem olur, sel gelir kendi enkazının altında kalırsın. Bizi sonsuz mutlu edecek, kavuştuğumuz zaman bizi tatmin edecek tek bir somut şey yok bu hayatta.
Biz zannederiz ki sorun zannettiğimiz şeyi çözersek, bütün sorunlarımızdan kurtulacağız. Her çözüm beraberinde yeni bir sorunu getirir oysa. O sarmaldan kurtulamayacağımızı anlayınca da 'yoruldum' demeye başlarız. Yorulursun. Hiç durmadan koşmaya devam edersen mola vermezse ruhun, kazananı asla belli olmayacak yarışlara girersen yorulursun güzel arkadaşım. Yorulursun. Razı olmayana huzur olmadığını kabul etmezsen, insan olduğunu ve hata yapmaya programlandığını hatırlatmazsan kendine yorulursun. Yorulursun güzel arkadaşım. Kabullenmenin başarısızlık değil, başarı için ilk basamak olduğunu, merhametin sadece senden acizlere değil, bizzat insanın kendine de yetmesi gerektiğini, şükretmenin fakirlere has bir eziklik olmadığını kabul etmezsen yorulursun